Propaganda, kitle iletişimin çok kritik bir boyutudur; iletişimden farklı ve iletişimden fazlasıdır. Görece ahlaklı ve başarılı politikacılar kendilerini ve icraatlerini anlatabilmek için - biraz da naif ve idealist bir yaklaşımla - iletişimin yeterli geleceğini sanarken, diktatörler hep bir adım ileridedir; insan doğasına ait nahoş ama basit gerçeklerin daha farkında olarak iletişimle yetinmez, hatta iletişimden kaçınır ve propagandayı devreye sokarlar. Çünkü kötülüğe halkta “rıza yaratmak” buna bağlıdır. Peki propaganda karşısında iletişimin başarı şansı ne kadardır? Bunun cevabı, propagandanın daha keskin görüp iletişimin önüne geçtiği hususları anlamakta yatıyor.
Sut Jhally gibi iletişim profesörleri, medya okuryazarlığı eğitimlerinde şiddet, güzellik, cinsiyet, benlik, tüketim ve benzeri konularda bireylerin nasıl kendilerine zarar vermeye ikna edildiğini ortaya koymaya çalışır. Noam Chomsky, “Rızanın İmalatı” adlı kitabında halkların savaş, despotizm, ırkçılık gibi cürümlere medya aracılığıyla nasıl ikna edildiğini çok ayrıntılı anlatır. Benim bu tür çalışmalardan çıkardığım en temel gerçek şu: Propagandanın hedefi, eleştirel düşünme becerisi gelişmiş veya çok zeki gruplar değil; aksine ortalama ve altı kavrayış seviyesine sahip ama toplumda çoğunluğu oluşturan kalabalıklardır çünkü iktidarın devamı matematiksel olarak onların rızasına bağlıdır. Hedef kitle bu olunca, propagandanın dil ve anlatım seviyesi, yöntemleri ve sair şeyler de hep o kitleye göre belirlenir: Kitleler dili basit, ayrıntısı az, hikaye anlatım yönü güçlü, ayrıntıdan ziyade bir ana fikri öne çıkaran, kolay anlaşılır mesajlara ilgi gösterir. Aslında sadece propaganda açısından değil, her tür iletişimde anlatı sadeleşip basitleştikçe ve sonunda bir bütüne ve bir üst teze bağlandıkça gücü artar. (1) Bu yüzden bazen aynı şeyi savunduklarında bile filozoflar peygamberler kadar etkili olmaz. Kierkegaard’ın “İman Şövalyesi” güzeldir ama Hz. İsa’nın “Dağdaki Vaaz”ının ulaştığı yere ulaşamaz. Einstein, İzafiyet Teorisi’ni hiç fizik bilmeyen bir insana bile anlatabildiği için dehadır. Hatta, “Eğer bir konuyu 6 yaşındaki birine açıklayamıyorsan, kendin de anlamamışsındır” der.
Bu basit gerçekleri dikkate aldığımızda, Devlet’in yürüttüğü 15 Temmuz propagandası karşısındaki Cemaat müdafası ve iletişiminin güçlü ve zayıf yönleri nelerdir? Güçlü yönleri: 15 Temmuz’un neredeyse saniye saniye zaman akışının tespiti, kıyım propagandasındaki iç-dış tüm tutarszılıkların ortaya konması, hakim-savcı-asker gibi meslek gruplarının uzman değerlendirmelerinin kayıt altına alınması, vs. Bunlar bir savunma ve kitle iletişim açısından kesinlikle çok değerli. Ancak bana göre yeri bunlarla doldurulamayacak, hala eksik kalan hususlar da var. Şöyle ki:
1) Güçlü yönlerde sıraladığım hususlar, mesela bir mahkemede bir askerin savunmasında sonucu etkileyebilir. Mahkeme dışında ise bunlar ancak zeki, hafızası güçlü, ayrıntıları takip edip parçaları birleştirme becerisi güçlü ve tabi niyeti de bu yönde olan insanlara hitap eden içerikler. Oysa bunlar, cürme rızası gerekli ve de propagandanın hedefi olan sade halkın veya genel izleyicinin zeka, kavrayış ve dikkat süresini aşabilir. Zaten 15 Temmuz’u en küçük ayrıntısına kadar analiz eden kıymetli gazetecilerin izleyici kitlesine bakıldığında, bu kitlenin propagandanın asıl hedefi olan kitlelerden zeka olarak çok yukarıda olduğunu ama sayıca toplumda çok küçük bir yer tuttuklarını görüyoruz. Dolayısıyla, Cemaatin 15 Temmuz iletişiminde en önemli iletişim ilkesi olan basitlik/sadeliğin biraz ihmal edildiğini görüyoruz. (Buradan söz konusu detaylı teknik analizlere karşı olduğum sonucu çıkmasın. Sadece onlarla yetinilmemesi gerektiğini anlatmaya çalışıyorum.)
2) Ana fikir/tez eksikliği: Cemaat, maruz kaldığı soykırım rejiminin 15 Temmuz’la ilgili tüm iddialarını çürütmeyi başardığı halde, savunmasına son noktayı koymuyor yani onu bir karşı argümana veya kolay anlaşılır bir üst hikayeye bağlamıyor. Hala tam olarak sadede gelinmedi. Bu ihmal, kitlelerin olayları rasyonalize edebilmesini ve kafalarında nihai bir hükme bağlayabilmelerini zorlaştırıyor. Tüm ayrıntılar, parçalar var ama bir bütün yok. Adeta kitlelere bulmacanın parçalarını verip, gerisini sen tamamla veya sen bir sonuç çıkar der gibi. Ancak söz konusu kitleler zaten bu beceriden mahrum veya alıkonan kitleler. ByLock gibi veya asker kökenli bilirkişilerin paylaştığı darbe mantığından personelin rütbe ve rollerine, uçakların hız ve konumlarına kadar detaylar gibi veya hukukçuların AİHM veya BM kararlarına ilişkin ayrıntılı yorumları gibi halk için anlaması zor teknik içeriklerin üzerinde yani halkın bu teknik detayların hepsini anlamasa bile konuyu kafalarında bağlayabilecekleri bir nihai ve basit anlatı gerekiyor. Mesela şunun gibi:
-Genel Kurmay Başkanı Hulusi Akar, sadece Cemaate sempati duyduğu iddia edilen askerlere değil, tüm kesimleriyle orduya aylarca telkinde bulunuyor; aylarca Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet rejiminin kurtarılması için başka çare kalmadığını telkin ederek 15 Temmuz’un emrini bizzat veriyor. Hulusi Akar’ın orduyu ikna ettiği 15 Temmuz, daha önceki darbelerden oldukça farklı bir müdahale. Askerlerini sınırlı/küçük bir ekibin gidip direkt diktatörün kendisini ve birkaç kritik adamını alacağı, geri kalanların da infial olmaması için şehirde güvenliği sağlayacağı bir müdaheleye ikna ediyor. Böylece ordu içindeki hemen hiçbir kesimden direnç görmüyor. Zaten olayın hemen ertesinde yakalanan ve Atatürkçü olduğu, Cemaat’ten olmadığı kesin bilinen bazı askerlerin verdiği “Ben bu işe inandığım için girdim, pişman değilim, Mustafa Kemal’in askeriyim” gibi tepkiler, hikayeyi doğrular yönde. Ve Hulusi Akar, bir dirençle karşılaşma ihtimali varsa, direnç ihtimali en fazla grubun yine Cemaate sempati duyan askerler olabileceğini düşünerek; o askerlerin itiraz etmeyeceğini, kaale alacağını düşündüğü kişilere özellikle erişerek ve MİT’in de yardımını alarak “Siz olsanız da olmasanız da biz bu müdahaleyi yapacağız ama direnir veya destek olmazsanız, devamında iş size de dönecek” şeklinde tehdit ve mesajlarda bulunuyor. Buna karşın, mesajın iletildiği yerlerden söz konusu askerlere tavsiye edilen tek şey; herkesle birlikte hareket etmeleri, emir komuta zincirinde kalmaları. Yani, iddia edilenin aksine, paralel veya alternatif bir yol izlemeleri değil, tamamen Genel Kurmay Başkanları’na tabi olmaları. Olayın evveli böyleyken, ne Cemaat’e ne de başka gruplara yakın bilinen askerlerin Hulusi Akar’ın esas niyeti veya ihanetini bilmesi, bilseler bile daha fazla kan dökülmesi ihtimali olan karşı hamlelere girmeleri mümkün olamazdı. Bu bakımdan 15 Temmuz aslında mümkün olan en az can kaybıyla, askerlerce en sağduyulu şekilde atlatılmış bir Derin Devlet operasyonudur. Dolayısıyla, Devletin oldukça basit ama halkın kolay anlayabileceğini bildiği “Cemaat, İktidarı devirmeye çalıştı” hikayesine karşı, tüm o teknik analizlerin yanı sıra, aynı basitlikte bir kısa hikaye ortaya konması gerekir: “Hulusi Akar ve menfaat ortaklığı güttüğü klikler, dikta rejimine daha fazla güç ve rıza kazandırabilmek için tüm orduyu kandırarak 15 Temmuz’a ikna etti ve her kesimden asker, Genel Kurmay Başkanı’nın emrine itaat etti.” Bu kadar basit. Buradan hareketle, insanların iki ayrı 15 Temmuz olduğunu anlaması daha kolay olacaktır: Biri vatan kurtarma uğruna ve kansız olacak diye askere pazarlanan ve emrini bizzat Genel Kurmay Başkanının verdiği, diğeri tuzağa çevrilen ve halka satılan 15 Temmuz hikayesi. Ama özetle, hikayesiz olmaz. Zilyon tane teknik detay da paylaşsanız, basit ama makul bir izah veya hikayenin yerini tutmaz.
3) Mevcut zulüm eleştirisinin, üst bir devlet ideolojisi eleştirisiyle örgülenmesindeki eksikler.
Bu eksikler, aslında haksız veya suçlu olmaya değil, bir iletişim politikasızlığına işaret. Basit bir Gestalt gerçeğini ıskalıyoruz: Bütün denen şey, parçaların toplamından farklıdır ve ondan fazlasıdır. Bütün askerlerin çok iyi olması, yine de kurmay zekasız savaş kazandırmaz. Bir futbol takımında tüm oyuncuların iyi olması, oyun kurma, taktik ve tüm sezona yayılmış bir strateji için gerekli teknik direktör zekasının yerini tutmaz. Aynı şekilde fikri, hukuki mücadelelerde de meta düzey düşünme ve panoramik perspektifler olmadan daha üstün faydalara ulaşmak zor.
Mevcut edilgenlik, sadece defansta kalma, parça parça iddialara yine parça parça çürütmelerde bulunurken nihai bir ana fikir veya hikayeyi iletmedeki ihmal veya utangaçlık, mevcut propaganda ve kıyımın etkisini korumasına, hatta çok daha zayıf ve ahmakça başka hikayelerin cesaret ve alıcı bularak Devletin elini güçlendirmesine yol açar. Ahmet Dönmez’in yazı dizisi gibi.
Bir cinayet soruşturmasında yetkin sayılan ama çok zeki olmayan bir dedektifin, hemen akla ilk gelen ve kimsece hoşlanılmayan şüphelilere yönelip sonradan haksız çıktığı gerçek olayları veya hikayeleri biliriz. Mesela şüphelinin sabıkası varsa veya rastgele bir ortamda maktülle ilgili negatif duygularını dile getirmişse, vasat zekalı bir dedektif hemen bunlardan bir sonuca atlar, zira “tüm oklar o şüpheliyi gösteriyordur.” Suçluluğu makul ve kesin görünüp idam edilen, ancak sonradan çok titiz ve daha üst bir zekayla yapılan araştırmalar sonucu masum olduğu ortaya çıkan sayısız insan var. İrlanda’daki Sir Edward Crosbie Davası ve Harry Gleeson Davası, Birleşik Krallık’taki Timothy Evans Davası, Avustralya’daki Colin Campbell Ross Davası, ABD’deki Johnny Garret Davası veya Emmet Till’in linç hadisesi gibi sayısız hatalı idam ve linç. Bu vakalardan öğrendiğimiz: Esaslı ve bütüncül bir muhakemenin eksikliği ve Ocham’lı William’ın usturasına uygun basitlik ve makuliyetteki bir asıl hikayenin dile getirilmesindeki utangaçlık, Ahmet Dönmez’in yazı dizisi gibi ölçek, mantık ve olgu hatalarıyla dolu kurgulara meydan verebilmektedir. Mesela taksonomide bir sürüngen veya memelinin sınıflandırılmasında, o canlının renk veya sesi ne kadar önemli olmalıysa en fazla o kadar önemli olması gereken yani sınıflandırmayı etkilemeyecek detaylar, Dönmez’in kurgusunda ana taksonomi kriteri gibi sunulmuştur. O yüzden, böyle bir kurguya bakarak hükme varılması, bana göre aptallığın taçlandırılmasıdır. Kasıt ve edilgenlik farkı gibi en basit ayrımlar bile kaybedilmiştir. İşin tüm akıl yönü ve bütüne oranı gözden kaçırıldığında, bu türden muhakeme hataları ve omurgası çarpık kurgular dahi kıyım için rıza imalat aracına ve “itirafçılık” propaganda dayanağına dönüşmektedir.
Geçtiğimiz günlerde, Nazilerin en tanınmış yahudi kurbanlarından Anne Frank’ın saklandığı yeri başka bir yahudinin ihbar ettiği ortaya çıktı. O günün şartlarında ihbarcı kanuna uymuştur ve hem saklanan hem de onu saklayanlar illegal fiil işlemiştir. Oysa biz bugün soykırım etiği bilincine ulaşmış medeni insanlar olarak, legal olanla etik olanın aynı şeyler olmadığını biliyoruz. Holokost’un hepimize öğrettiği birşey var: Bugün kanunu uyguluyor görünenler gelecekte suçlu ilan edileceği gibi, “bugünün ahlaklıları” da gelecekte soykırımın rıza imalatçıları, etik malülleri olarak tarihe geçecektir. O yüzden kıyıma uğrayanların kendilerinin savunurlarken çekinecekleri, haksız sayılacakları hiçbir şey yoktur.
Notlar:
veya
veya
veya
(2) https://www.bbc.com/news/world-europe-60024228
Yazar: Aslı R. Topuz
Comments