top of page
  • Aslı R. Topuz

21.Yüzyılın En Büyük Felsefi Soruları

Bu yılki Dünya Felsefe Günü için bazı önde gelen filozoflara “21.yüzyılın en önemli felsefi sorusu nedir?” diye sorduk.


Noam Chomsky, Naomi Oreskes, Tommy Curry, Raymond Geuss, Lori Gruen, Hilary Lawson, Julian Savulescu, John Tasioulas, Raymond Tallis, Carissa Véliz, Bernardo Kastrup, Sophie Grace Chappell ve Joanna Kavenna, felsefenin gerçekliğin doğasına ilişkin nihayetsiz soruları kadar insanlığın ve gezegenin kurtuluşunu ilgilendiren acil sorulara da değinen cevaplar verdiler.



Noam Chomsky


İnsanlar ahlaki-teknolojik yıkım kapasiteleri ile bu dürtülerini kontrol etmelerini sağlayan ahlaki kapasiteleri arasındaki boşluğu kapatabilir mi?


Bu soru 77 yıl önce atom çağı başladığında keskin bir açıklıkla sorulmuştu ve daha o zaman bile teknolojinin Oppenheim’ın “dünyaların yokedicisi” tabirinin çok yerinde olduğunu kanıtlayacak bir aşamaya doğru ilerlediği aşikardı. O zaman henüz aşikar olmayan şey ise, dünyanın da yeni bir jeolojik döneme giriyor olduğu ve insanların canlılığı mümkün kılan çevreyi yokedebileceğiydi. Her iki tehdit de o tarihten bu yana keskin şekilde arttı ve söz konusu soruyu daha önce ele alınmadığı bir kritiklik seviyesine taşıdı.


Noam Chomsky bir filozof, dilbilimci, politik aktivist ve sosyal eleştirmendir. Şu an hem Massachusetts Institute of Technology’de fahri professor hem de University of Arizona’da ödüllü profesör olarak görev yapmaktadır.


Naomi Oreskes


İklim krizini başarılı şekilde ele alabilecek miyiz?


Hem yeryüzündeki milyarlarca insanın hem de insan dışındaki canlıların kaderi bu soruya bağlı. Şu anda eyleme geçmenin önündeki engel, bilimsel bilginin eksikliği veya yeterli ve karşılanabilir teknolojinin bulunmayışı değil. On yıllardır insan kaynaklı ve yıkıcı bir iklim krizinin yolda olduğunu biliyoruz ve enerji tüketiminin büyük kısmında karbon kirliliğini ortadan kaldıracak teknolojiye aslında sahibiz.


Dolayısıyla, eyleme geçmenin önündeki problem tamamen politik: “Karbon yakımı kompleksi”nin yani fosil yakıtları endüstrisi ve ucuz fosil yakıtlarına dayalı diğer endüstrilerin politik gücü. Bu kuruluşlar ve onların politik müttefikleri on yıllardır iklim krizi hakkındaki dezenformasyonu kışkırtıyor ve anlamlı adımları engelliyorlar.


Problem aynı zamanda ekonomik: Satın aldığımız şeylere ödediğimiz ücretlerin gerçek maliyetleri yansıtmadığı bir ekonomik sistem var. İklim krizini çözmek için daha fazla bilime değil; çözümü engelleyen kişi ve kurumlara karşı çıkabilme cesaretine ve yeni ekonomik izah biçimleri geliştirip uygulamaya ihtiyacımız var.


Naomi Oreskes, Harvard Üniversitesi’nde Henry Charles Lea Bilim Tarihi Profesörü ve Yeryüzü ve Gezegen Bilimleri’nde de ilişikli profesördür. “Şüphe Tacirleri” ve “Bilime Neden Güvenmeliyiz?” tanınmış kitapları arasındadır.



Tommy Curry


İnsandışılaştırma demokratik topraklarda nasıl yer bulabiliyor?


Dünyanın her yerinden filozoflar, bir zamanlar demokrasi ve bireysel özgürlüğün timsali kabul edilen Batı ülkelerinde bile kırılgan azınlık topluluklara karşı ölümcül şiddet, şeytanlaştırma ve sivil hakların yok sayılması olgularına şahitlik ediyorlar. Felsefe, özgür olmayan insanların durumunu genelde “bir cehalet durumuna hapsolmuş kimseler” olarak kavramsallaştırmaya çalışır ama nedense onların Batılı vatandaş veya toplumların ahlaki farkındalığına nüfuz edememiş kimseler olma ihtimaline pek değinmez.


Oysa ırkçılık ve yabancı düşmanlığı Kuzey Amerika, İngiltere ve Avrupa’da çok yaygın. Sağ kanattan hükümetler, beyaz ırktan olmayan grupları “sosyal bir problem” ve baskın beyaz yönetimleri tehdit eden bir “veba” olarak tanımlayan retoriği git gide daha fazla benimsiyor. Etnik-milliyetçi imparatorluk dalgası karşısındaki herkesin insanlığı, toplumu o imparatorluk üzerinde doğuştan haklara sahip olanlar için daha “güvenli” hale getirmek üzere ya yok ediliyor ya da hapsediliyor. İnsandışılaştırma demokratik topraklarda nasıl böyle yer bulabiliyor? Yoksulluk, pandemi ve polis şiddeti, en kırılgan, en zayıf toplulukları öldürürken, felsefe 21.yüzyıla damgasını vuran otoriterleşmeyi nadiren eleştiriyor.


Tommy J. Curry, Edinburgh Üniversitesi’nde Afrika Felsefesi ve Siyahi Erkek Çalışmaları’nda kişisel kürsüsü bulunan Amerikalı bir felsefe profesörü, biliminsanı ve yazardır. “Erkek-Değil: Siyahi Erkekliğin Irkı, Sınıfı, Cinsiyeti ve İkilemleri” adlı kitabın yazarıdır.


Raymond Geuss


Dünya üzerinde yol açtığımız herhangi bir yıkım geri alınabilir mi? Alınabilirse, bunun yolu nedir?


John Dewey insanların “esasen” düşünen varlıklar olduğu geleneksel görüşünü reddetmekte ve biz insanların öncelikle yaşayan “hayvanlar” olduğunu vurgulamakta haklıydı. Bununla beraber, “yaşamak” aktif olmaktır, doğayla ve sosyal çevreyle etkileşmektir ve “düşünce” ancak böyle mümkün olabilir. Öyle bir ekonomik oluşum içinde yaşıyoruz ki, tüm yaşam etkinliğimizi gittikçe daha çılgın biçimde kendi varlığını güçlendiren bir döngüye dahil olmaya zorluyor ve bu döngü nesnelerin üretilmesi ve tüketilmesi için tüm kaynakların kullanılmasına dayanıyor. Bu döngünün işleyişi, varlığımızın bağlı olduğu doğal çevreyi zehirlemiş durumda ve aynı döngü insan varlığının devamının temel koşullarını hafife alıyor. Bu durumda yegane kritik soru: Dünya üzerinde yol açtığımız herhangi bir yıkım geri alınabilir mi? Alınabilirse, bunun yolu nedir? Söz konusu döngüden tamamen çıkabilmek imkansız çünkü hiçbirimiz bunu şimdiye kadar ciddi şekilde düşünmedi ve bazı birey ve grupların menfaati mevcut ekonomik sistemin değişmeden sürmesini gerektiriyor. Eğer çoktan yok olmaya mahkum olmuşsak, artık ne düşündüğümüzün pek bir önemi yok. Ama hala zamanımız varsa, bu konularda düşünmek öncelikli olmalı.


Raymond Guess, Cambridge Üniversitesi Felsefe Fakültesi’nde fahri profesör olup, “Liberal Gibi Düşünmemek” kitabının yazarıdır.



Lori Gruen


Biz insanlar, diğer hayvanlar ve gezegenin hayatta kalmasını sağlayacak kolektif adımlar mümkün mü?


Karamsar hissettiğimde, ki çoğu zaman öyle, sanırım cevap hayır. Fakat bazen kabilecilik, şiddet, bencillik ve açgözlülüğün ötesinde düşünebildiğimizi ve bizi yıkıcı sonuçlara götüren bu gidişatı değiştirmek için birlikte hareket edebildiğimizi hayal ediyorum. Gezegenin zehirlenmesine direnenlere, genç iklim eylemcilerine, ırkçılık karşıtı aktivistlere, yerli halkların topraklarını korumaya çalışanlara, hayvanları ve marjinalleştirilmiş insanları savunanlara, yiyecek ve barınak güvencesi olmayanlara yardım edenlere, toplu hapis cezası ve köleliği kaldırmaya çalışanlara, rekabet ekonomisi yerine dayanışma ekonomisi geliştirmeye çalışan ve kapitalist yıkımla mücadele edenlere bakmak insana ilham veriyor. Kim olduğumuza ve diğer insanlarla ilişkilerimize dair düşüncelerimizi temelden değiştirmeli ve dünyanın insanlardan ibaret olmadığının farkına varmalıyız. Bu kadar radikal bir değişimi başarabilir miyiz? Emin değilim.


Lori Gruen, Wesleyan Üniversitesi’nde William Griffin Felsefe Profesörüdür. “Etik ve Hayvanlar: Bir Giriş” ve “İç İçe Empati” kitaplarının yazarı ve “Hayvan Krizi” adlı kitabın eş yazarıdır (Polity, 2022).



Hilary Lawson


21.yüzyılın ana felsefe problemi diğer zamanlarınkinden farklı değil: Dünyaya ve kendimize muteber bir izah getirmek.


Belki bir zamanlar “dünyaya ve kendimize dair tutarlı ve eksiksiz bir izah” ifadesi bize çok cazip gelmiştir ancak ben dünyaya ve kendimize dair yapacağımız felsefi izah için “muteber” yani güvenilir sıfatını tercih ediyorum çünkü bu sıfatı taşıyan bir izahın birçok durumda geçerliliğini daha iyi koruyacağını, nerede durduğumuzu anlamamızda daha çok işe yarayacağını ve felsefi izah dediğimiz şeyi erişilmesi imkansız bir seviyeye taşımaktansa, o izaha her daim müdahale edebilme şansını bize vereceğini düşünüyorum.


20.yüzyılın mirası ışığında geriye dönüp tüm geçmiş zamanın bilançosuna bakarsak, en önemli soru; geleneksel olarak bilgi dediğimiz şeyin radikal derecede perspektife tabi karakterini kabul etmekle beraber, bizi postmodernizm ve relativizmin kendine atıflı yıkıcılığından kurtaracak bir dünya izahı bulmaktır.


21.yüzyılın felsefi olmayan en önemli sorusuna gelince, gittikçe daha çok ulusun küresel siyaseti daha da dengesiz hale getirecek bir felaketi tetikleme potansiyeli taşıdığını dikkate alarak, olası bir Armageddon’dan nasıl kaçınılabileceğidir.


Hilary Lawson, kuram veya ekol olarak gerçekçi-olmayan bir filozof olup, “Kapanış” kuramıyla tanınmıştır. Bu kuram, dil ve düşünce ve bu ikisinin gerçeklikle ilişkisini açıklamaya yöneliktir. Lawson aynı zamanda IAI’nin de editöryal direktörüdür.



Julian Savulescu


İnsan biyolojik yapısı etik ihlal edilmeden nasıl geliştirilebilir?


Birçok insan bu yüzyılın en büyük tehditinin nükleer savaş, biyolojik savaş, terörizm, iklim değişikliği ya da kontrolden çıkmış yapay zeka veya nanoteknoloji olduğuna inanıyor. Ancak bunların tümü temelde başka bir hastalığın belirtileri: İnsanın ahlak sürçmeleri. Başka deyişle bu tehditlerin hepsi, insan ahlaki davranışındaki sınırlılık ve sapmaların farklı ifade biçimleri. İnsanlık tarihinde ilk kez kaderimiz neredeyse tamamen kendi elimizde. Ancak etik disiplininin Yunanlılardan bu yana pek geliştiği söylenemez ve biyolojimiz ve psikolojimiz de hala avcı-toplayıcı atalarımızınkiyle aynı: Hala nepotistik, kabileci serseri mayınlarız, hala şiddete ve fanatizme meyilliyiz, hala sorumluluk denen kavramı nedensellikle ilişkilendirmeden düşünemiyoruz ve bunların hepsi ihmallerimizin yıkıcı sonuçlarını görmemizi engelliyor. Bilim muhteşem düzeyde ilerledi ama insanlığı yeryüzünden silme yönünde. Yeni yaşam formları, insan-hayvan karışımı canlılar, genetik olarak değişirilmiş insanlar, insan beynine sahip hayvanlar ve hatta belki bilinç sahibi, üstün zekalı yapay zeka bile yaratabiliriz. Ancak yakın tarihte yaşanan olaylar gösteriyor ki, sahip olduğumuz bu büyük yetileri etikle çelişmeden kullanma kapasitesine sahip değiliz. Ahlaki ilerlemenin ne olduğunu tespit edip, insanları ahlaki ilerlemeye daha kabil hale getirmeliyiz. Bunun önündeki güçlüklerden birisi felsefi: 21.yüzyıla uygun etik nedir? Diğer güçlük ise bilimsel: İnsanlar bunu başarabilir mi?


Julian Savulescu, medikal etik alanında Chen Su Lan Centennial Profesörü ve Singapore Ulusal Üniversitesi’nin biyomedikal etik direktörüdür.



John Tasioulas


21.yüzyılın en büyük sorusu, hala Sokrates’in sorduğu sorudur: İnsan nasıl yaşamalı?


Sokrates’in sorusu hala en önemli soru olsa da, Sokrates’in cevabı maalesef - veya degil - hala kullanabileceğimiz bir cevap olmayabilir. Hala rasyonel hayvanlar olarak doğamızı tam ifade edecek şekilde yaşamamız ve hem birey hem de kendini yöneten toplulukların fertleri olarak yönümüzü akla dayalı şekilde yine kendimiz tayin etmek üzere yetilerimizi kullanmamız gerekse de, bunun aslında ne anlama geldiğini ve mevcut şartlarda bunu nasıl koruyabileceğimizi anlama görevi hala tüm zorluğuyla karşımızdadır. Mevcut şartlardan kasıt: Herşeyi görüp gözeten hükümetlerin insanlara kazanılmış sosyal itibara dayalı olarak ihsan ettiği haklar fikrine karşıt olarak sadece insan olmak yeterli sebebiyle doğuştan sahip olunan devredilemez insan hakları fikrine rağmen tüm dünyada yükselen otoriteryanizm; sözde demokratik toplumlardaki kamusal söylemlerde nezaket ve gerçeğe saygının erozyona uğraması; sosyal medya ve diğer dijital teknolojilerin biz insanları güya bir gelişmişlik evresiymiymiş gibi yutturulmaya çalışılan sanal dünyalara hapsolmuş pasif tüketicilere indirgemeye çalışması ve iklim değişikliği ve nükleer silahların oluşturduğu varoluşsal tehditler. Küçük ve kırılgan olmasıyla birlikte, akademik bir disiplin olarak felsefe, Sokrates’in sorusunu cevaplamaya çalışan bir ses. Ancak Sokrates’in sorusu herkesi ilgilendiriyor. Dolayısıyla, bugün bu sorunun cevabının hem siyasette hem de kültür olarak çok daha katılımcı demokrasi biçimleri gerektirdiğine inanıyorum, ki ancak bu sayede dijital çağın fırsatları daha iyi kullanılırken güçlükleriyle de daha etkili başa çıkılabilir.


John Tasioulas, Oxford Üniversitesi’nde etik ve hukuk felsefesi profesörü ve Yapay Zeka Etiği Enstitüsü’nün de direktörüdür. Aynı zamanda Cambridge Üniversitesi’nin Hukuk Felsefesi ders kitabının yazarıdır.



Carissa Véliz


Dijital teknolojiler insan haklarını ve çevreyi koruyup daha da iyileştirecek şekilde nasıl tasarlanıp uygulanabilir?


Bundan daha büyük bir soru var mıdır, emin değilim. Hayat o kadar karmaşık ki, insan onunla uyum sağlayabilmek için birçok önemli soru sormak zorunda. Bununla birlikte, özellikle 21.yüzyılı ilgilendiren önemli bir soru şudur: Dijital teknolojiler insan haklarını ve çevreyi koruyup daha da iyileştirecek şekilde nasıl tasarlanıp uygulanabilir? Teknolojilerin hayatımızı iyileştirme ve kötüleştirme gücü var ve çoğunlukla ikisini aynı anda yapıyorlar; plastikler ve nükleer enerji örneklerinde olduğu gibi. Bizim kuşağımızın görevlerinden biri, teknolojinin faydalarının zararlarına galip gelmesini sağlamak. Yapay zeka çalışmalarına eşlik edecek doğru bir yönetim kuramazsak, kendimizi teknolojinin hiç gelişmemiş olduğu bir durumdan çok daha kötü bir durumda bulabiliriz. Bugün alacağımız kararlar, yaşadığımız toplumları gelecek on yıllar boyunca şekillendirecek. İnsanların esenliği, hakkaniyet, demokrasi gibi değerlerin desteklenebilmesi için teknolojiye biraz daha “düşünce” katmamız iyi olurdu.


Carissa Véliz, Oxford Üniversitesi’nde felsefe profesörüdür ve “Mahremiyet Güçtür” adlı kitabın yazarıdır.


Raymond Tallis


Felsefe “Büyük Konuşma”yı etkilemeyi ve böylece geçim kaynağı, güvenlik, özgürlük arayışı içinde ezilmeyenleri bunlardan yoksun olanları umursamaya motive etmeyi nasıl başaracak?


21.yüzyılda insanlığın karşı karşıya olduğu acil soruları bir önem sırasına sokmak zor: Yoksulluk, eşitsizlik, adaletsizlik, zulüm, savaş ve iklim değişikliği… Bunların hepsi acil derecede dikkatimizi hak ediyor. Ve elbette bu sorunların hepsi birbiriyle bağlantılı. Doğal afetler hariç, insan yaşamı üzerine çöken felaketlerin, kabusların çoğunun ana kaynağı açgözlülük, hırs; diğer insanların paylarına da göz dikecek derecede bir tüketim malları ve güç hırsı.


Dipnotlarla döşenmiş ukala seyahatlere sürükleyen bir titizliğe ve ayrıntıcılığa saplanmadığında, felsefenin motivasyonu hayret ve minnettir ve böylece bakışıyla günlük hayatın görünüşte sığ zannedilen gizli derinliklerini ortaya çıkarır. Bizi “varsayılan” şeyleri varsaymamaya davet eder ve hem başkalarını ezmeyi veya baskı altında tutmayı aklayan dini dogmaların hem de insanlığın öz-imgesini boşaltan bilimciliğinkinden farklı bir sorgulayıcı maneviyat ve gizem duygusu ifade eder.


Dolayısıyla bugün felsefenin önündeki en büyük güçlük, meta-felsefi yani felsefe ötesi bir sorudur: Felsefe “Büyük Konuşma”yı etkilemeyi nasıl başaracak; geçim kaynağı, güvenlik, özgürlük arayışı içinde ezilmeyenlerin bunlardan yoksun olanları umursamasını nasıl sağlayacak? Daha kısa bir deyişle, düşünsel veya kuramsal ciddiyet, pratik ciddiyeti sağlayabilir mi?


Raymond Tallis bir hekim, filozof, şair, romancı ve “dünyanın yaşayan en büyük polimatlarındandır” (Intelligent Life) ve “Özgürlük: İmkansız Bir Gerçeklik” kitabının yazarıdır.



Bernardo Kastrup


Zaman nedir? Ne filozofların ne de fizikçilerin net cevapları yok.


İnsan benim özgeçmişime sahip birisinden olgusal bilincin doğasının 21.yüzyılın en önemli sorusu olduğunu söylemesini bekleyebilir. Ve kesinlikle öyledir de. Ancak ben bunun cevaplanmamış bir soru olduğunu düşünmüyorum: Ontik yani fiziki gerçekliğe sahip bir kategori olarak olgusal bilincin asıl olduğunu ve insan zihni dahil diğer herşeyin olgusal bir düzleme indirgenebilir olduğunu bilmek insan icin çok ağır. Bu yüzden, 21.yüzyılın geri kalan kısmı için de en büyük güçlük, aklın ve bilimsel kanıtların ortaya koyduğu gerçegi kabul etmek ve doğaya 19.yüzyıldan devraldığımız perspektiften farklı yaklaşmaya alışmak.


Cevaplanmayan anahtar soruya gelince, ben yine “Zaman nedir?” diye sorardım. Ne filozofların ne de fizikçilerin net cevapları yok. Bu soru bizi hala allak bullak ediyor çünkü zaman dediğimiz sey hem açık seçik şekilde var (herşey bir yana, dün artık yok ve yarın henüz gelmedi) hem de açık seçik şekilde yok (çünkü gerçekten “şimdi” diye birsey olsaydı, anılarımız, beklentilerimiz hep ve sadece şu anda deneyimlenebilirdi). Bireysel kimliği yani görünüşte bireysel zihinlerin aslında doğadaki ortak ve daha derindeki bir öznellik düzleminden yükseldiğini anlamanın yolu korkarım ki zaman denen şeyi anlamaktan geçiyor.


Bernardo Kastrup, Essentia Vakfı’nın yöneticisidir. Çalışmaları, modern rönesans ve metafizik idealizme öncülük etmektedir. “Materyalizm Neden Saçmadır” adlı kitabın yazarıdır.


Sophie Grace Chappell


Bir 22.yüzyıl olacak mı?


Biz insanlar hem kendimizi hem de gezegenimizi yoketme tehlikesi içindeyiz. Bir B Gezegeni yok. Eğer olsaydı, Gezegen A’ya yaptıklarına bakarak, insanların orada yaşamayı hak ettiği söylenebilir miydi?


Acilen gidişatımızı değiştirmeliyiz. Doğa üzerindeki savaşımıza son vermeliyiz. Fosil yakıtlarına son vermeliyiz. Biyolojik çeşitliliği korumalı ve geliştirmeliyiz (korona virusleri hariç). Yağmala-sömür kültüründen saygı duy-birlikte yaşa kültürüne geçmeliyiz. Çatışma, rekabet ve sömürme güdülerimiz bizi ölümcül bir tehlikeye soktu. Tür olarak artık rekabetçi fare yarışı, “ekonomik büyüme” söyleni, iklim değişikliği ve mülteci krizi ve hepsinden önemlisi savaş gibi konulara gelince Batı’nın başını kuma gömmesi gibi lüksleri daha fazla kaldıramayız.


Batı Felsefesi, yağmala-sömür kültürünün meşrulaştırılması ve ideoloji haline getirilmesinde kilit rol oynadı. En az Descartes’ın zamanından beri, sanki sadece insan gibi gelişmiş sinir sistemine, hissetme/duyarlılık kapasitesine sahip canlılar değerlidir görüşü hakim. Dünyanın geri kalanı atıl ve değeri insanların takdirine bağlı bir boşluk gibi görülüyor ve biz “duyarlılık” sahibi insan türü tarafından yağmalanmayı bekliyor. Dünya Gezegeni’ni doğru anlayabilseydik, üzerindeki herşeyin kıymetli olduğunu da anlayabilirdik. Hayatımın geri kalanını seve seve uğrunda tartışarak geçireceğim en değerli gerçeklik görüşü bu.


Sophie Grace Chappell, Open University’de felsefe profesörüdür ve “Tezahürler: Bir Deneyim Etiği” kitabının yazarı ve Birleşik Krallık’ın ilk açık trans akademisyen filozofudur.


Joanna Kavenna


Öncesinde rızamızın olmadığı, içine doğduğumuz bu gerçeklik nedir? Biz kimiz? Herkes kim?


Büyük felsefi souların hala aynı olduğunu düşünüyorum. Bunlar antik felsefi sorular ancak hala politik öneme sahipler. Örneğin, dünyamızda güç ve hakimiyet edinmeye çalışanlar kimler? Bizler daha kendimizi bile tanımazken onlar nasıl herşeyden bu kadar emin ve hatta tiran gibiler? Dil hakkındaki felsefi tartışmalar da hala önemli. Borges’in dediği gibi: Primatların güzel mırıltılarının gerçekten tüm çağlar boyunca evrenin karmaşıklığını yansıtabileceğine inanıyor muyuz? Yapay zeka, teknoloji, demokrasi, kitle gözetleme araç ve politikaları ve küresel adalet konuları etrafındaki etik sorular da elbette çok önemli ve hepsi de gerçekliğin doğasına dair ilk sorduğumuz soruyla bağlantılı: Gerçeğin ne olduğuna kim karar veriyor ve cevap kimin menfaatine?


Joanna Kavenna, Orange First Novel ödüllü bir yazardır. “Gerçeklik Hakkında Bir Saha Rehberi”, “Buz Müzesi” ve “Şerefsiz”, tanınan eserleri arasındadır. London Review of Books, The Guardian ve The New York Times’ta gazetecilik çalışmalarıyla da yer almıştır.




Çeviren: Aslı R. Topuz


03 Aralık 2022

Post: Blog2_Post
bottom of page