Ahmet Dönmez’in yazı dizisini siyaset, etik, hukuk ve kendi kişisel perspektifimden eleştirmiştim. Bu yazıda ise aynı yazı dizisini gazetecilik açısından eleştirmek istiyorum. Ve bunu yaparken felsefedeki düşünce deneyi yönteminden yararlanacağım.
Bir kadın cinayeti işlenmiş olsun. Ertesi gün medyada maktülün hayatına, hayallerine, sevenlerinin acısına değinen yorumlar beraberinde “Kadın cinayetleri politiktir” konulu değerlendirmeler göreceğimiz muhtemel. Haberlerin çoğu, bu spesifik olayla ilgili ayrıntılara çok girmeden, Türkiye’deki kadın cinayetleri olgusuna dikkate çekmeye çalışıyor. Ancak siz buradaki “boşluğu” hissedip, daha “titiz” bir araştırma yapmaya karar veriyorsunuz. Ve şu inanılmaz sarsıcı bilgilere ulaşıyorsunuz:
1) Öldürülen kadınla katilin daha önce kısa bir birlikteliği olmuş.
2) Katil kadını öldürmeden önce, son kez görüşmek için bir kafeye davet etmiş ve kadın da hayır dememiş; görüşmeye gitmiş.
3) Görüşmeye gittiğinde kadının üzerinde mini etek ve makyaj varmış. Katil buradan kadının da kendisiyle tekrar denemeyi düşündüğü sonucuna varmış.
4) Kadın görüşmede yeni bir erkek arkadaşı olduğunu ve bir saat içinde kendisini almaya geleceğini, uzun kalamayacağını söylemiş. Katil aynı anda hem kadının kıyafetinden tahrik olup hem de kıskançlık ve öfkeye kapılmış.
(Tam bu noktada adeta akademik bir titizlikle psikoloji, nöropsikoloji ve sosyoloji bilimlerinin bulgularına başvurup; kadın vücudunun gerçekten erkeği cinsel olarak uyardığını, kıskançlık duygusuyla öfke arasında bağ olabileceğini, toplum kodlarının mini etek, makyaj ve konuşma teklifini kabul etmek gibi davranışları “hafiflik” veya “ilgi” gibi okumaya yatkın olduğunu ve katilin de bu kodlar etkisiyle kadının yaklaşımını yanlış anlamış olabileceğini tespit ediyorsunuz.)
5) Titiz ve cesur araştırmanız ve hiç kimsenin bakmadığı bu perspektifteki boşluğu doldurmanız, bir süre sonra size değişik kaynaklardan bilgi akışını da başlatıyor. Mesela kadının günlüğü elinize geçiyor ve katilden sevgi dolu bir erkek olarak bahsettiğini, onu çok mutlu ettiğini yazdığını görüyorsunuz. Günlüğü daha da didik didik edip, kadının başka erkeklerle de görüştüğünü, tıpkı katilin savunmasında iddia ettiği gibi sadakatsiz olup onu öfkelendirdiğini, aralarında zaman zaman kavgalar yaşandığını da tespit ediyorsunuz.
6) Detayları yakaladıkça, size çeşitli tanıklar da ulaşmaya başlıyor: Kadının bazı akrabaları, eski erkek arkadaşları... Ve kadının diğer medyalara yansıyan “hayat dolu, herkesin iyiliğine koşan, sokak hayvanlarına mama dağıtan, zeki, üniversite öğrencisi, genç bir kadın” imajının yanında başka bir yüzü, başka bir kişiliği daha olduğunu anlatıyorlar: Zaman zaman alkol alan, flörtöz, gece geç saatlere kadar dışarda kalan, eğlenceye düşkün bir femme fatale. Ve bunları fotoğraflarla, çeşitli yakın ifadeleriyle, sürdüğü rujun markasından kullandığı doğum kontrol hapına kadar kadının kredi kartı harcamaları ve telefon kayıtlarıyla vs. doğruluyorsunuz. Ve bu detayların üzerine gidip, çekirdek ailesinin genç kadını bu konularda hiç dizginlemediğini, kendisine hiç sınırlar çizmediğini de ortaya çıkarıyorsunuz.
Ve nihayet bu titiz, cesur, hatta yerine göre akademik bulgularla da desteklediğiniz araştırmanız doğrultusunda, diğer medyalar “Kadın cinayetleri politiktir, Türkiye’de erkek şiddeti bir olgudur” gibi başlıklar atarken, siz “X, adım adım katledilmeye nasıl sürüklendi” yazı dizinizle büyük bir boşluğu dolduruyorsunuz... Bravo, alkış, kıyamet.
Bana göre Ahmet Dönmez gazeteciliği budur. Değindiği tek tek, ayrık bilgiler doğru olabilir. Başkalarının yazmadığı bir perspektifi yazmış olabilir. Ama bunlar ne kendisini cesur, ne yazdıklarını “kamu yararına veya bir boşluğu/ihtiyacı karşılıyor”, ne perspektifini doğru, ne de ülkenin o korkunç Leviathan veya Golyat sorununu çözmede işe yarar kılar:
-Devlet şiddet ve manipülasyonunun mağdurunu dövmek, özellikle de en zulme uğradığı, linç edildiği zamanda dövmek cesaret gerektirmez; hele de mağdurun şiddet/tehdit karakteri olmadığından eminseniz. (Kendi ideolojisinin, kendi aidiyetinin Uğur Mumcu’yu nasıl harcadığına, daha doğrusu çizgi dışına çıkınca nasıl cezalandırdığına bakılarak, gerçekte hangi mahalleyle mücadeleye girişmenin cesaret istediği anlaşılabilir.)
-15 Temmuz’la ilgili asıl boşluk yani hala nüfuz edilemeyen, hala tek ve en karanlık kısım, Ergenekoncuların bu Derin Devlet operasyonundaki rolünün materyal detaylarıdır. AKP’nin bile kurmaylarından, seçmeninden, yurtdışından getirdiği cihatçılara kadar 15 Temmuz’la ilgili rolü materyal olarak ortaya çıkarıldı. Tek ortaya çıkarılmayan ve muhtemelen her zamanki gibi “meçhul” kalacak olan, Ergenekon’un 15 Temmuz’daki rolünün materyal kanıtlarıdır. İşte bu kör noktaya girebilen bir gazeteci olursa, onun hakkında “cesur” veya “boşluğu doldurdu” denebilir.
Sonuç: Muhabir zekası ne yazık ki gazeteci zekasıyla aynı şey değil. Araştırma becerisi, biraz teknik bir beceridir ve eğitimle, pratikle kazanılabilir yani bir nevi zanaattır. Ama doğru perspektifi yakalayabilmek, elde ettiğin bulguların resmin bütünündeki anlamını ve ağırlığını tartabilmek ve devamında da adaletsiz denklemleri bozabilmek gerçekten daha üst bir zeka, akıl ve perspektif seviyesi gerektiriyor. Türkiye’de bunu başarabilen Nazlı Ilıcak, Mehmet Baransu ve Ahmet Altan gibi gazetecilerdir: Devlet tahakkümüne meydan okuyan, faşist devleti gerçekten rahatsız eden, onun cesaretini ve tesirini kıran, halkın kafasındaki “hak, adalet, itaat, isyan” gibi değişkenlerin yeni değerler kazanmasını sağlayan gazeteciler. Faşist Devlet işte bunu başarabilenlere kin güdüp her fırsatta saldırmaktadır. Ulusalcıların bitmeyen “Yetmez Ama Evet” düşmanlığı ve Devlet’in Ilıcak, Baransu, Altan gibi isimlere düşmanlığı, hem Devlet’in gazetecileri nasıl kodladığını, sınıfladığını hem de Türkiye demokrasisi için gerçekte neyin önemli olduğunu, fay hatlarını değiştirecek etkinin nerede yattığını bize göstermektedir. Bu bağlamda, faşist devleti zayıflatan ve onu güçlendiren gazeteciler vardır. Mesela, Mehmet Baransu ve Ahmet Altan, faşizmi zayıflatan gazetecilerdir. Ruşen Çakır, Saygı Öztürk, Barış Terkoğlu, Nedim Şener gibiler de Devlet’i güçlendiren gazetecilerdir. Ahmet Dönmez ise bu denklemde Devlet’i güçlendiren gazeteciler arasında yerini aldı. Amaçladığının bu olmaması veya kimliğinin farklı olması, yaptığı işin sonucunu değiştirmeyecek çünkü uzun vadede mevcut devletin kutsallarını ve tabulaştırdığı konuları dolaylı yoldan da olsa daha tartışılamaz hale getirdi. Odatv gibi unsurlardan ideoloji ve niyet yönüyle farklı olsa da, onlarla aynı etkiye yol açtı: “Devlet ne kadar vahşi ve kötücül olursa olsun, isyan yanlıştır” zihniyetinin halkın kafasına daha da çakılmasına yardımcı oldu. Muhabir zekası güçlü olsa da, gazeteci zekası bu mesafeyi görebilmesine yetmedi. Doldurduğu bir boşluk varsa, ezilenlerin hissettiği bir boşluk değil, Ezen’in hissettiği bir boşluktur; adeta “itirafçı” boşluğu gibi. Yazdığı yazı dizisine en çok ilgi gösteren medya ve odakların kimler olduğuna bakılırsa; kimlerin boşluklarına, ihtiyaçlarına daha çok hitap ettiği birkez daha netleşir.
Başka bir şekilde daha açıklamaya çalışayım. Türk Devleti’nin faşizmden vazgeçmemek, insan hakları ve demokrasiyi getirmemek için halkın rıza veya tepkisizliğini elde etmek amacıyla başvurduğu birçok taktik var. Bunlardan biri de, birbirinden bağımsız ele alınabilecek sorunları birbirleriyle mutlak bağlantılı veya “ayrı ele alınamaz” gibi sunmak. Örneğin, PKK sorununu Kürtlerin ana dilde eğitim hakkını tanımamak için kullanmak; Savcı Selim Kiraz’ı katleden DHKP-C gibi örgütlerin bazı mensuplarının kimliklerini tüm solcuları şeytanlaştırmak veya cemevlerine ibadethane statüsü vermemek için kullanmak; pedofili vakalarını tüm tarikatleri şeytanlaştırmak veya din özgürlüğünü kısıtlamak için kullanmak gibi. Halbuki bunların her biri ayrı ele alınması gereken olgulardır. Ahmet Dönmez’in yazı dizisi de uzun vadede örgütlenme, cemaat olma, fikir ve inancını yayma, kamuda kadro hakkı, devlet faşizmine karşı itaatsizlik gibi en temel insan haklarını yadsımasında Devlet’in işine yarayacak bir “kaynak” oldu. En nihai değerlendirmede, dövülen yine baklava çalan çocuklar olmuştur. Ve bunun gurur duyulacak hiçbir yanı yok.
Yazar: Aslı R. Topuz
Comments