Ahmet Dönmez’in yazı dizisini ayrıntılara girmeden siyaset, etik ve hukuk çerçevesinde kategorik veya ilkesel açılardan ve devamında da kendi şahsi perspektifimden kısaca eleştirmek isterim. Bu eleştiri aslında ileride daha da genişletilebilecek eleştiriler için bir ön izlek oluşturabilir.
1) Siyaset Açısından Eleştiri
Siyasette söylemler ve onların da üzerindeki epistemeler etkindir. Söylemlerin amacı, “anlatmak/aktarmak”tan çok daha fazlasıdır. Ajandalara, politikalara meşruiyet kazandırmak, kamuoyu desteğini kazanmak gibi çok daha karmaşık veya meta-düzey amaçlara dayanırlar. Örneğin, George W. Bush ve Tony Blair Irak’ı işgal edebilmek için “Saddam nükleer silah üretiyor ve saldırı planlıyor” söylemini kullanmıştı. Irak Savaşı sonunda bahsi geçen silahlar bulunamadığı gibi, uluslararası incelemeler ve Chilcot Raporu, Tony Blair’in bile bile yalan söylediğini ortaya koymuştu. İşgal öncesi istihbarat aksine işaret ettiği halde, Tony Blair nükleer silahların varlığının istihbaratla tescillendiği yalanını söyleyerek Irak işgali için halkların rıza ve desteğini elde etmişti. Görüldüğü üzere burada iki anlatı mümkün:
a) “Saddam nükleer silah üretiyor ve Batı’ya saldırı planlıyor. Eğer istihbarat hatalıysa yani hemen saldırmayacak bile olsa, eninde sonunda harekete geçecek. Geç olmadan durdurulması gerekiyor.”
b) ABD, 11 Eylül Saldırısı sonrası hem iç hem de uluslararası kamuoyunda oluşan “gücünün zayıfladığı” algısını ortadan kaldırabilmek ve buna olarak hem dünya petrolü üzerindeki kontrolünü hem de doların “dünya rezerv kuru” statüsünü koruyabilmek için körfez bölgesinde nüfuzu yüksek bir ülkeye her halükarda müdahale kararı almıştı. Bunun için de meşruiyet zemini yaratacak ve iç ve uluslararası kamuoyunun rızasını sağlayacak bir anlatı/söylem gerekliydi.
Bu iki anlatıdan doğru olan ikincisidir. Birincisi zaten meta-düzey düşünce ve bilinçten yoksundur yani hem o zamanki dönemsel konjonktürün bütününden hem de tarihsel devamlılık ve mantıktan kopuktur. Ahmet Dönmez’in yazı dizisi siyaset ve tarih açısından ne yazık ki meta-düzey bilinçten yoksun birinci anlatı türüne giriyor. Yani diğer herşeyden kopuk, tek başına ele aldığınızda mantıklı/doğru görünen ama dışarıyla, başka parçalarla, büyük hikayeyle vs. karşılaştırdığınızda veya bütünleştirmeye çalıştığınızda bir anda geçerliliğini, uyumunu yitiren bir anlatı. Bu anlatı, hem 15 Temmuz’la ilgili ortaya çıkarılan sayısız olguyla hem AKP dönemi konjonktürle hem AKP’den çok önceye giden devlet epistemesiyle hem de Cemaate hakim epistemeyle uyuşmuyor. Anlattıklarının ne içeriği, niteliği ne de mevcut resmin bütününe oransallığı güvenilir. (1) Kenarları, köşeleri, rengi ve sairesiyle içine oturabildiği, bütünleşebildiği tek yapboz, rejime ait olan.
2) Etik Açısından Eleştiri
Sayısız etik ekolü var. Ödev ahlakı, hazcılık, faydacı ahlak, sonuççuluk (2) gibi. Hepsinin insana cazip gelen, bir konuda karar vermesi gerekirken ne yapacağını bilemediğinde yol gösterecek farklı kriterleri, ilkeleri var. “İki seçenek arasında kararsızsan, en az zararlı olanı seç” gibi. Mesela arabanın freni patlamış ve durman imkansız, eninde sonunda birşeye çarpacaksın. Yolun ilerisine baktığında sağ tarafta 5 inek, sol tarafta 2 inek, karşıda ise 7-8 çocuk görüyorsan, en etik tercihin direksiyonu sola kırmak olması gibi. Ahmet Dönmez’in yazı dizisi ise iddia edildiği gibi etik değil, aksine etiği oldukça ihlal edici bir yaklaşım yansıtıyor. Bir anlatının içindeki şuyu-vuku dengesinde şuyu kısmı ağır basıyorsa, spekülasyon-teyid dengesinde spekülasyon ağır basıyorsa, gazeteciliğin “haber ve sunumu” dengesinde sunumsallık ağır basıyorsa, orada anlatı etik geçerliğini, etik saygınlığını kaybetmiştir. Ahmet Dönmez’in yazı dizisi ne yazık ki öyle iddia edildiği gibi bir cesaret, yüksek karakter veya etik dışavurumu değil. Aksine sorumsuzca, sonuçları hesap edilmemiş, hem ilgili hem de ilgisiz insanların haklı-haksız zarar görme olasılıklarını göz ardı eden, belki artıran bir anlatı. Etik sadece ne yapmak istediğinizle değil, işinizi nasıl yaptığınızla ve sonuçlarıyla da ilgilidir. Örneğin, bu yazı dizisini savunanlar, Ahmet Dönmez’in niyetinin Cemaat’i aklamak olduğunu veya yazdıklarının buna hizmet ettiğini iddia ediyor. Oysa, aylarca sürdüğü halde bu yazı dizisinin halihazırdaki devlet teröründe azalmaya veya kollektif ceza söyleminde değişikliğe vesile olduğuna dair hiç emare olmadığı gibi, aksine en fazla yine devlet terörü icracılarınca başvurulduğunu görüyoruz. Yazı dizisinden önce bu risk hesaba katılmış veya hiç hesaplanmamış olsun; her iki halükarda da etiğe aykırı davranılmış, tıpkı yazı dizisinde kınanan kişiler gibi hareket edilmiş diyebiliriz. Spekülasyon-teyid, şuyu-vuku veya haber-haberin sunumu dengesinde ağır basan spekülasyon, şuyu veya sunumsallık ise, etik olan çekinik kalmaktır; zarar verme riski daha çoksa, direksiyonu diğer tarafa kırmaktır. Ama yapılan bunun tersi olmuştur.
3) Hukuk Açısından Eleştiri
Hukukta “Suçlu olduğu kanıtlanana kadar herkes masumdur” ilkesi vardır. Ve suçun kanıtlanmasıyla ilgili standartlar bellidir. İddia, kanaat, duyum gibi şeyler kanıt değildir. Ve ortada materyal kanıt yoksa, suç gerçekte işlenmiş olsun veya olmasın, kişilik haklarına saygı göstermek, kişi veya kişileri karalamadan kaçınmak, onları nefret hedefi haline getirmekten sakınmak da hukuk ilkesidir. Ne yazık ki söz konusu yazı dizisinde bu çok basit hukuk ilkelerine riayet, saygı veya hassasiyet gösterilmedi. Aksine çok sayıda insanın kişilik haklarına çirkince ilişildi. İddia edilen suçları işlemiş olma ihtimalleri bile bu gerçeği değiştirmez çünkü ortada kanıt, adil yargılanma veya savunma yok. Buna karşılık, “O kişiler de cevap versin, hesap versin, çıkıp konuşsun” denebilir. Böyle bir dayatma veya talep de yine hukuka aykırıdır. Batılı hukuka göre; bir insan üzerine atılı suçları işlemiş olsun veya olmasın, eğer adil yargılanma şansı yoksa, kötü muamele veya işkenceye uğrama ihtimali varsa, sessiz kalma hakkına sahiptir. Oysa söz konusu yazı dizisinde eleştirilen kişilerin, iddia edilen suçları işlemiş olsun veya olmasınlar, adil yargılanma şansları olmadığını, kötü muamele ve işkenceye maruz kalacaklarının neredeyse kesin olduğu biliniyor, buna rağmen yazı dizisi vasıtasıyla linç yürütülüyor. Linç kelimesi bu yazı dizisinde yapılanı tam karşılayan kelime çünkü linç yargısız infaz demektir. Yargılanmamış, hüküm giymemiş, savunması alınmamış ve tehlikedeki insanlar infaz ediliyor. Suçlu olsun veya olmasınlar, yargısız, kanıtsız infaz linçtir ve insan haklarına aykırıdır. (Kaldı ki, yazı dizisinde eleştirilen kişiler, yine yazar ve taraftarlarınca talep edildiği üzere sessiz kalma haklarından feragat edip öne çıksalar ve üzerlerine atılı suçları üstlenseler bile, bunun diğer insanlara yapılan zulmü durdurabileceğine dair hiç emare yok, aksine bir fark yaratmayacağına, hatta zulmü daha da meşru gösterip arttıracağına dair sayısız işaret var.)
4) Şahsi Eleştirim
Yukarıdaki siyaset, etik ve hukuk eksenli gayet temel eleştirilerden sonra, 15 Temmuz ve Ahmet Dönmez’in yazı dizisiyle ilgili tamamen kendi şahsi görüşümü belirtmek isterim. Kendini Cemaat mensubu addeden bir insanım. Ancak bu mensubiyetim benim toplum, devlet veya başka şeyler karşısındaki kimliğimin sadece bir bileşeni. Ben devlet karşısında sadece Cemaat mensubu olarak değil; bir birey, vatandaş, kadın, Cemaatiyle aynılaşan ve farklılaşan politik görüşleri olan, Cemaatten bağımsız olarak okuduğum üniversite ve içinde yetiştiğim aile ve kültürün de uzantısı bir insan olarak bulunuyorum. Devletle angajmana veya tepkimeye kimliğimin hep aynı bileşeni girmiyor. Bu durum herkes için böyle olabilir. Ve bu, dualite veya ikiyüzlülük değildir çünkü kimlik dediğimiz şey homojen, yekpare veya değişmez bir oluşum değil. Mesela Cemaat mensubiyetim elbette koşulsuz-istisnasız darbe karşıtı olsa da; Cemaatten bağımsız tamamen şahsi politik ve felsefi inançlarım, bana diktatörlükle mücadele etmenin, itaatsizliğin, hatta mecbur kalındığında güce başvurmanın hem hak hem de ahlaki ödev olduğunu söylüyor. (3) Bu konular benim için tabu değil. Türkiye’de Devlet, sürekli tabular inşa ediyor. Batı felsefesi ve siyaset tarihine baktığımda, Batılıların bu konuları tabulaştırmadığını ve her durumu ayrı değerlendirdiklerini görüyorum. Angela Merkel’in Hitler’e darbe yapan askerleri saygı ve minnetle anması, bunun bir kanıtı. (4) Buradan hareketle, Ahmet Dönmez’in yazı dizisinin Türkiye’yi bu konuları konuşabilme özgürlüğünden koparan tabuları güçlendirdiğini, mevcut devletin kutsallarını dolaylı yoldan daha tartışılamaz hale getirdiğini düşünüyorum; hem “darbeler kayıtsız, şartsız, istisnasız kötüdür” perspektifini yazılarına içkin kıldığı, hem de bu konuları sadece tartışanların bile ibret olacak şekilde linç edilmesine katkıda bulunup gelecekteki sorgulama cesaretlerini şimdiden budadığı için. Dolayısıyla, en büyük zararı aslında Türkiye siyasetine ve demokrasisine verdi. En büyük hizmeti de zalim Türk Devlet Aklı’na yapmış oldu. Odatv gibi unsurlardan ideoloji ve niyet yönüyle farklı olsa da, onlarla aynı etkiye yol açtı: “Devlet ne kadar vahşi ve kötücül olursa olsun, isyan yanlıştır” zihniyetinin halkın kafasına daha da kazınmasına yardımcı oldu.
Notlar:
(1) Örneğin,
-Türkiye’deki faşizmin 15 Temmuz’dan çok önce de ve ondan bağımsız olarak, hatta devlet kurulalı beri varolması gibi;
-Devlet’in Cemaat’e yönelik nefret ve yok etme planlarının da 15 Temmuz’dan bağımsız olup çok önceye gitmesi ve herhangi bir hukuki, adil sebep-sonuç ilişkisine dayanmaması gibi;
-15 Temmuz sonrası Cemaate yapılanların nitelik ve oran olarak “darbe” suçlamasıyla alakalı, mütekabil olmaması gibi... (Mesela sorgularda savcılar 15 Temmuz’la ilgili şeyler sormuyor. İddianamelerde suçlamalar 15 Temmuz’un çok öncesine giden, 15 Temmuz’la hiç alakası olmayan “sohbete gitme, kurumlarda çalışmış olma” gibi faktörler.)
(2) Consequentialism: Sonuççuluk. “Sonucu iyi olan şey doğrudur, sonucu kötü olan şey yanlıştır” ilkesine dayalı etik anlayışı.
(3) “Kanunun adaletsiz olduğu yerde itaatsizlik hem hak hem ahlaki ödevdir.”
(Thomas Jefferson)
(4) Hitler’e darbe girişiminin 75.yıldönümünde Merkel’in yaptığı anma konuşması:
Yazar: Aslı R. Topuz
Comentarios