top of page
  • Aslı R. Topuz

CHP’nin Sorunu – 2

Bu yazı dizisinin birincisinde ilk olarak CHP’nin 18.yüzyıl Fransız Aydınlanma indirgemeciliğini nasıl kaba bir kopyacılıkla uyguladığını, sonra da aynı CHP’nin güncel insan bilimlerinden nasıl bihaber olduğunu eleştirmeye çalışmıştım. Bu yazıda ise CHP’nin etik sorununu yine cehaletiyle iç içe tartışmak istiyorum. Öncesinde dikkat çekmek istediğim iki vaka var.


Vaka 1: 22 Mayıs 2013, saat 14:20 civarı, Londra. Michael Adebolajo ve Michael Adebowale adlı kişiler, terörist bir saldırı düzenleyip İngiltere Ordusu askerlerinden Lee Rigby’yi öldürdüler. İki terörist de Nijerya kökenli İngiliz vatandaşı ve Hristiyan olarak yetiştirilmiş. Daha sonra müslüman olmuşlar. Teröristler, saldırıyı Irak ve Afganistan’da İngilizler tarafından öldürülen insanların intikamını almak için düzenlediklerini söyledi. Saldırıdan hemen sonra İngiltere ve dünyadaki hemen hemen tüm islami topluluklar saldırıyı kınadı ve İngiliz halk ve hükümetine desteklerini bildirdi. Ama asıl önemli olan, Başbakan David Cameron’un yaptığı konuşmaydı. Cameron, terör ve aşırıcılıkla mücadeleye devam edeceklerini bildirdikten sonra, saldırının aslında “İngiltere’ye çok şey katan İslam’a ve müslümanlara bir ihanet” olduğunu söyledi. Bu ifade, hem masum insanların hak etmedikleri halde öfke hedefi haline gelmesini hem de terör propagandacılarının kutuplaştırma amaçlarına ulaşmasını engelledi.

Vaka 2: 22 Mart 2017. Yer: Londra, Westminster Sarayı yakınları, İngiltere Parlamentosu. Saldırgan 52 yaşında Khalid Masood isimli bir İngiliz vatandaşı. Asıl adı Adrian Russell Ajao ve Hristiyan olarak yetişmiş. Uyuşturucu bağımlısı. Birçok suç işlemiş. Cezaevinde radikal gruplarla tanışıp müslüman olmuş. Saldırıyı İşid üstlense de, hükümet somut bağlantı delili bulamadıklarını, dolayısıyla olayı islami terör olarak kategorize edip etmeyeceklerine henüz karar vermediklerini duyurdu. (Hukukun gelişmiş olduğu ülkelerde işler biraz değişik yürüyor.) Yine esas önemli olan, saldırıdan hemen sonra Başbakan Theresa May’in yaptığı açıklamaydı. Bir yandan Brexit tansiyonunun yükseldiği diğer yandan da göçmen düşmanlığı ve islamofobinin tırmandığı bir ortamda, Theresa May, saldırının en fazla “islamcı” olarak nitelenebileceğini, ama asla “islami” olarak tanımlanamayacağını, çünkü İslam’ın muazzam bir din olduğunu belirtti. İslamcılıkla islamiliğin hatta islamcılıkla müslümanlığın farkına dikkat çekti.


İster liberal ister muhafazakar kanattan gelsin, gelişmiş ülkelerdeki devlet yetkililerinin bu tür olaylarda hep aynı tutumu izlediğini görürsünüz: Şahsi politik görüş ya da inançlarını bir kenara bırakıp hep yatıştırıcı, birleştirici, bir kriz varsa krizi yönetmede yüksek özgüven ve kapasiteyi yansıtan, en önemlisi de sapla samanı asla karıştırmayacak zeka ve ahlakta bir davranış zinciri izlerler. Bazıları bunu kurnaz ve pragmatist İngiliz siyaseti olarak niteler. Burada önemli olan devlet adamlarının söylediklerine kendilerinin inanıp inanmaması değildir. Önemli olan, siyaset ve toplum bilimlerini çok iyi bilmeleri, içlerinden gelse de gelmese de bu bilimlerin bulgu ve tavsiyelerine uygun hareket etmeleridir. Ayrıca, yıllarca başka kıtalardaki kolonilerinde ve kendi topraklarında farklı din ve kültürlerden gelen insanları yönetmenin kazandırdığı tecrübelere riayet etmektedirler. Bu tecrübeler, onlara heterojen yapıları nasıl sağlıklı şekilde bir arada tutacaklarını iyi öğretmiştir. Ayrıca ben büyük çoğunluğunun uyanıklıktan öte ahlaken de bu ilkeleri çoktan kabullendiklerini düşünüyorum.

David Cameron ve Theresa May’in yaklaşımlarına, Peter Neumann ve Marc Sageman'ın radikalizmle ilgili çalışmaları ışığında bir daha bakalım. Peter Neumann, Londra King's College'ın Savaş Çalışmaları Bölümü'nde Güvenlik Çalışmaları Profesörü ve 2017'nin başında Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı'nın Radikalleşmeyle Mücadele Özel Temsilciliği görevine getirildi. Peter Neuman, Radikalleşme Duvarını Yıkmak başlıklı çalışmasında, dışlanmış hisseden insanların radikalleştiğini ve radikalleşme karşısında sadece insanları kucaklayan toplumların başarılı olabildiğini belirtiyor. Neumann, kendi varlığına karşı bir tehdit hisseden, kimlik ve aidiyet arayışındaki insanların radikalleştiğini ve bu süreçte ideolojilerin değil sosyal ağların etkili olduğunu dile getiriyor. Terör Ağlarını Anlamak, Lidersiz Cihad, Terörizmi Yanlış Anlamak gibi kritik ve değerli bilimsel çalışmaların sahibi, CIA'de görev yapmış ünlü bir psikiyatr ve terörizmle mücadele uzmanı olan Marc Sageman, Peter Neumann'a paralel biçimde, terörizmin din veya ideolojiyle değil arkadaş çevresi, sosyal çevre ve toplumla ilgili olduğunu dile getiriyor. Olivier Roy'un Who are the new jihadis? (Yeni Cihatçılar Kim?) başlığıyla 13 Nisan 2017'de The Guardian'da yayınlanan makalesinde de benzer saptamalar dikkat çekiyor.


İnsan bilimlerinin yukarıda bahsettigim bulguları ile gelişmiş devlet yöneticilerinin terör saldırılarından sonra yaptıkları konuşmalar arasındaki uyuma baktığımızda, bu devlet yöneticilerinin ya bizzat insan bilimlerini takip ettiğini ya da onlara danışmanlık eden kadroların söz konusu bulguları çok iyi inceleyip değerlendirdiğini anlarız. Sonuç olarak da, toplumlarını kutuplara ayrılıp bölünmekten ve nefret duygularının keskinleşmesinden başarılı şekilde uzak tutarlar. Birkaç yıl gibi kısa bir zamanda İşid ve başka örgütlerin eleman devşirme cennetine dönüşen Türkiye'nin aksine, bu gelişmiş ülkeler radikalleşmeyle mücadelede ve gerçek teröristlerin bile topluma yeniden entegrasyonunda son derece başarılıdırlar. Çünkü terörün ne olduğunu ve ne olmadığını; bir terörist profilinin neye benzediğini ve neye benzemeyeceğini çok iyi analiz ederler. Bilime gerçekten saygıyla tabi olmuş böyle devlet yöneticileri karşısında; şablonlar (stereotype) ve ikili karşıtlıklarla düşünen Trump gibi yöneticiler ise hemen bir istisna olarak göze batar. Trump, değil sadece insan bilimlerine, doğa bilimlerine bile o kadar yabancı ki, kendini bilimadamı yerine koyup küresel ısınma diye bir şey olmadığını iddia edebiliyor ve bu konuda Trudeau gibi politikacılardan, çevrecilerden, bilimadamlarından hatta yeni ziyaret ettiği Papa'dan bile küresel ısınmanın tehlikelerine dair uyarılara maruz kalabiliyor.


Gelelim CHP ve onun nezdindeki ulusalcı kesimin Türkiye'deki terörizm konulu söylem ve devlet politikalarıyla ilişkisine. CHP'nin zihniyet ve hareketleri; Theresa May, David Cameron, Justin Trudeau gibi devlet yöneticilerinin makuliyetine mi, yoksa bir anda ülkesindeki tüm göçmenleri bağnaz muhafazakarların hedefi haline getiren Trump'ın siyasi felaketlerine mi daha yakındır? Cumhuriyet Gazetesi'nin Dersim Katliamı sonrası “Kahraman Bir Türk Çavuşu Tek Başına Koca Bir Dağı Zaptetti. Tunceli şakilerinin sığındıkları yerlerde harekat sahasına giden muhabirimizin müşahedeleri: Açlar ve çıplaklarla meskun olan bir yer medenileştiriliyor, geriliğin ana merkezi olan bu muhitte şimdi Türk motörlerinin uğultusu birbirine karışıyor” şeklindeki haberi, bugün de devletin resmi ideolojisini güden CHP'nin gayrimemnun vatandaşlara geçmişte nasıl baktığını gayet net yansıtmaktadır. Dikkatli incelendiğinde, bu zihniyetin medeniyete, yoksulluğa, halka ve halk isyanlarına ne kadar çarpık yaklaştığı görülür. Dillerinden düşürmedikleri “modernizm” ve “ulus devlet” kavramlarının kaynağını teşkil eden Fransız Aydınlaması düşünürleri bile adil olmayan yasalar karşısında devlete isyanın bir hak hatta ödev olduğunu belirttikleri halde, CHP'liler devleti ve resmi ideolojisini her halükarda kutsamıştır. Bu haberdeki zihniyet ve dilin, daha geçtiğimiz günlerde güneydoğulu bir vatandaşın yakılıp yıkılan evinin enkazında güneş gözlükleriyle Büyük İskender havalarında poz veren AKP'nin Şırnak Vali Yardımcısından hiç farkı yoktur.


Gelelim günümüze. CHP geçmişte temel haklar, devlet baskısı, halkın daha fazla özgürlük talepleri karşısında ne kadar cahil, katı ve ikiyüzlü ise bugün de aynı derecede hatta daha fazla bilimsellikten uzak, karacahil ve ahlaksızdır. CHP, tıpkı Kürt vatandaşların haklı talepleriyle PKK'nın taleplerini birbirinden ayırt etmeyi asla başaramadığı ve bugün HDP'li vekillerin hapse girmesine yol açmak üzere dokunulmazlıkların kalkmasına destek verdiği gibi, İşidcilerle Hizmet Hareketi sempatizanlarını da birbirinden ayırmayı bilmemekte, hatta ahlaksız ve alçakça niyetlerle özellikle bundan kaçınmaktadır.


İyimser taraftan bakmaya çalıştığımızda, CHP'nin Neumann veya Sageman gibi terör uzmanı bilim adamlarının bulgularından bihaber ve cahil olduğunu düşünürüz, en hafif ihtimal budur. Gerçekçi olmaya çalıştığımızda ise, CHP'nin asla iddia ettiği gibi bilimsellik peşinde filan olmadığını, bilimin ortaya koyduğu sonuçlarla zerre ilgilenmediğini, onun yerine kanunlara uyan vatandaşlarla gerçek canileri özellikle birbirine karıştırmaya çalışarak hor gördüğü bir kesimi yok etmeye azmettiğini görürüz. Öyleki, bu uğurda, yolsuzluğu ve ortadoğu'daki terör örgütlerine silah yardımı ulusal ve uluslararası mercilerce tescillenmiş AKP hükümetinin lügat ve taktikleriyle hareket etmeyi bile hazmetmiş, kendine yakıştırmıştır.


Üniversite diploması sahte olduğu veya kitapların asılları yerine özetlerini okuduğu için kınadığımız Erdoğan ne kadar cahilse, Hizmet Hareketi'ne Erdoğan ağzıyla “Fetö” diyen CHP de en az o kadar cahildir. Bunu terörizm konusundaki bilimsel çalışmalardan gaflet sebebiyle değil de kasıtlı olarak yaptığını farkettiğimizde ise, CHP'nin de Berkin Elvan'a terörist dediği için ahlaksızlıkla suçladığı Erdoğan kadar ahlaksız ve yalancı olduğunu anlarız. Malezya'da kaçırılan Hizmet Hareketi mensubu eğitimci Turgay Karaman hakkında AKP ve CHP'liler “Fetöcü” yaftasını kullanırken, The Guardian'ın 05 Mayıs 2017’de Oliver Holmes'ün imzasıyla yayınladığı haberde (1) aynı eğitimci hakkında bilimsel analizler ortaya konmuş ve “Eleştirel düşünmeyi savunan uluslararası ve saygın bir okulun müdürlüğünü yapan, LGBTİ haklarını savunan küresel bir aktivizm ağının üyesi, sosyal medya hesaplarında cihatçıların nefret ettiği sufizm görüşlerini paylaşan Turgay Karaman'ın terörist profiline uymadığı” belirtilmiştir. Gelişmiş ülkeler bu tip profil incelemelerini ve bilimsel analizleri yalnızca iftira atılan insanlar hakkında değil, kendini patlatan intihar bombacıları hakkında bile yapmakta; durumu spekülasyondan uzak, yalın bir gerçeklik çerçevesinde tanımlamaya özen göstermektedir: ne eksik ne fazla! Çünkü amaç siyasi rakiplerin karalanması değil, gerçekten ülke güvenliğinin garanti altına alınmasıdır.


Özet olarak, CHP için sosyal bilimler, insan hakları, etik, vs. sadece bir vitrinde görüp imrendiği bir imajdan ibarettir. Bunları parti olarak içselleştirdiğini, hakikatleriyle kavradığını kanıtlayabilecek tek bir duruş sergileyememiş, ama aksini kanıtlayacak sayısız siyasi söylem ve fiile imza atmıştır. “Herkes için” bir parti olabileceğine zaten kimseyi inandıramıyorken, şimdi kendi tabanını bile tatminden uzaktır.


Not (1):


Post: Blog2_Post
bottom of page