top of page
  • Aslı R. Topuz

Covenant

Martin Scorsese’nin yönettiği 1980 yapımı Raging Bull filmi, ünlü boksör Jake Lamotta’nın hayatını anlatır. Başrol oyuncusu Robert De Niro, bu filmde oynamak için Lamotta’nın kendisinden tam bir yıl yoğun boks eğitimi alır. Sonunda vücudu öyle değişir ve boksta gerçekten o kadar iyi olur ki, yine Lamotta’nın kendisi De Niro’nun isterse gerçek boks müsabakalarına katılabileceğini söyler. Hollywood sinemasını rakipsiz yapan budur: İşlerindeki en küçük ayrıntıyı en büyüğü kadar önemsemeleri; zaman, masraf ve ön hazırlıktan taviz vermemeleri.


2012 yapımı Prometheus ve devamı olan 2017 yapımı Alien: Covenant filmleri de böyle. İki film arasında geçen 5 yıllık süre, yönetmen Ridley Scott’ın seyirciyi bile bu uzun bekleyişe isyan ettiren meşhur titizliğinin bir göstergesi. Hem Prometheus hem de Covenant zaten nakış gibi çalışılmış bir ‘atmosferik görsellik’ ziyafeti. Ama bundan gözümüzü almayı başarırsak; şu incelikleri de görebiliriz:


-Prometheus ve Covenant’daki olay örgüsü ve fimin geri planındaki felsefi sorular, gerçek düşünce tarihiyle paralel. İnsanın ve felsefenin zamansallığı çok iyi yansıtılmış. Prometheus’ta insanın kökeni, yeryüzünde hayatın ilk nasıl başlamış olabileceği gibi konular ele alınıyor; tıpkı Batı felsefesinin de ilk olarak Arkhe Problemi’yle uğraşması, yani dünyanın ilk neyden ve hangi prensiple oluştuğunu sorgulaması gibi. Daha sonra insanın ilgisi ontolojiden epistemolojiye kayacak; insan dış dünyadan ziyade kendi zihnini merak etmeye başlayacaktır. Ki bu, felsefefi sorular açısından ‘Turpun büyüğü heybede’ dedirten durumdur: ‘Dış dünyayı gerçekten bilebilir miyiz? Akıl nedir, nasıl çalışır? Aklımız bizi yanıltabilir mi? Seçmemiz gereken doğru veya daha üstün bir yaşam biçimi var mı? Varsa, bunu nasıl anlar ve emin oluruz?’ gibi sorular. Felsefe tarihindeki bu geçişi, iki film arasında da görüyoruz. Covenant, Prometheus’un odaklandığı yaşamın kökenleri konusunu geride bırakıp aklın işleyişi, aklın imkan ve etik sınırları, kötülük problemi ve erdemin ne olduğu gibi konulara yöneliyor. Ve bu geçişi yumuşak, doğal ve gerçeğe yakın yapışı da zarif ve zekice.


-Covenant’taki ikinci incelik, insandaki kötülüğün kökenini yine çaktırmadan, zarafetle sorgulaması. Filmin kötü karakteri olan insanımsı robot David’in kötücül ve sinsi planının sebebini anlamaya çalışan seyirciye, yine felsefeyle tutarlı şekilde iki seçenek sunuluyor: Zaten öyle olmak için programlanmıştı ya da yaşadığı deneyimler ve çevre onu kötü yaptı (Nature vs. Nurture problem). Film, bu ikisinden birini seçmeyerek, hatta ikisinin de aynı anda doğru olabileceğini düşündürecek biçimde ilerleyerek hayatın karmaşıklığını ve zenginliğini gerçeğe yakın yansıtmaya devam ediyor. İnsanımsı robot David’in daha ilk aktivasyonunda kendisini yapan mühendisi tedirgin edecek şekilde manipülatif davranması, insanda kötülük kabiliyetinin doğuştan varolduğu tezini desteklerken; ilerleyen sahnelerde insanlara neden düşman olduğunu soran başka bir robota tek kişi dışında tüm insanların kendisine kötülük yaptığını söylemesi, insanı başına gelen şeylerin kötü yaptığı tezine gönderme yapıyor.


-Üçüncü bir incelik ise; dini literatürle de tutarlı olarak ama dini nasihat tonu hissettirilmeden, David isimli robot üzerinden insanın iki zayıf tarafı resmediliyor: Ben-merkezcilik ve kibir. Film insanın ben-merkezciliğini Tanrı’nın yaratma biçimiyle insanın yaratma biçimini karşılaştırarak işliyor: Tanrı’nın yaratışında sayısız türün bir düzen içinde birlikte varolması ve bütünün parçaların toplamından öte bir şey olması söz konusuyken; David’in yarattığı ve ‘mükemmel’ olarak nitelediği varlık, diğer canlılarla bir arada yaşayamıyor ve kendinden başka her şeyi yok ediyor. Öyle ki, kendisi de yok olmanın eşiğine geliyor. Tanrı çokluğu ve karmaşık bir evreni yönetebilirken, David’in evreni sadece tek bir tür ve onun tatminini yönetebilmekle sınırlı. David’in bu yıkıcı ben-merkezciliği, film dahilinde kendi gezegenlerini yaşanmaz hale getirip yeni gezegen aramaya çıkan insanların da bir yansıması. Covenant mürettebatının David’le karşılaşması, aslında tarihsellik kazanmış modern bir Dorian Gray hikayesi. Dolayısıyla, film eskimeyen Büyük Hikaye’yi yani Tanrı-insan ve insan-insan karşılaşmalarını tıpkı görselliği gibi atmosferik bir gerçeklikle ele alıyor.


Kibir konusuna gelirsek; David’in diğer insanımsı robotu kendisi gibi ‘yaratma kabiliyeti’ olmadığı için aşağılaması ve birden fazla kez kendini kralların kralı Ozymandias’la özdeşleştirmesi, hem Şeytan’la Yaratıcı arasında geçen ve Şeytan’ın cennetten kovulup insana düşman olmasına sebep olan diyaloğa hem de kimi insanların peygamberleri reddetme sebeplerine ilişkin dini literatürle paralel. Ve David’in, diğer insanımsıdan daha zeki bir robot olmasına rağmen, hem Ozymandias’ın şairini yanlış hatırlaması hem de bu şiirin ana fikrinin kralların bile fanilik ve unutuluştan kaçamayışı olduğunu görememesi ve diğer robotun onun bu açığını yakalaması, kibirin aslında bir zaaf ve uyuşturucu olduğunu yine çok zarifçe yansıtmış.


-Dördüncü ve bana göre filmin en güzel, en dikkat çekmeyen inceliği, insanların David’in tuzağına düşme sebebinde yatıyor. İnsanlar, kendilerini yok etmek isteyen bu robotu diğer robot Walter ile karıştırıp gemiye alıyor. Yani ikisini ayırt edemiyorlar. Tüm insanlığın geleceği, bu kadar basit bir hatada düğümleniyor. Biraz daha açarsak; Walter ve David iki insanımsı robot. David’e yüklenen yapay zekadaki tehlikeyi farkeden insanlar yeni bir seri üretiyor ve Walter bu ikinci seriye ait. Ancak hem David hem de Walter’ın fizik, yüz ve sesleri birebir aynı; insanlar bu konuda hiçbir değişiklik yapmıyor. İşte bu durum, filmin sonunu felsefenin en güncel ve en zor sorusuyla uyumlu yapıyor: Her canlı varlık ‘kişi’ sayılır mı? İnsanların her biri farklı bir yüz, ses, parmak izi, kişilik ve en önemlisi iradeye sahip olduğu için tek ve eşsiz. Yaratıcının insana en büyük armağanı, onu salt bir canlı veya akıllı bir varlıktan öte ‘kişi’ olarak yaratması; her bir insanı tek yaratması. Bu ayrıcalık, filmdeki insanların kendi yarattıkları robotlara veremediği bir şey ve günümüzde de yapay zeka, özgürlük ve ahlaki sorumluluk konuları etrafında dönen felsefi tartışmaların odağı.


Filmdeki incelikler elbette bunlarla sınırlı değil ama filmi takdir etmek için yeterli. Bilim-kurgu denince özellikle efekte boğulan, derinliksiz süper kahraman filmlerine karşılık, Covenant oldukça doyurucu, izlemeye değer bir film.

Post: Blog2_Post
bottom of page