top of page
  • Aslı R. Topuz

Hacıyatmazlar - 1

Ahmet Dönmez’in yazı dizisini siyaset, etik, hukuk, gazetecilik ve kendi kişisel perspektifimden eleştirmiştim. Bu yazıda ise, okurlarını tamamen hariç tutarak, müridleşen takipçilerini eleştirmeye çalışacağım.


Uzun zamandır gözlemleyip anlamaya çalıştığım bu kimselerin iddialarından ciddiye alınıp tartışılması gerektiğini düşündüklerimi şu şekilde toparladım:


1) “Ahmet Dönmez’i eleştirenler şeffaflık karşıtı ve statükocudur.”

2) “Ahmet Dönmez’i eleştirenler dünyayı okuyamıyor.”


Salt genelleme ve zorlama oldukları gerçeğini bir kenara koyarak, bu iki iddiayı şu şekilde cevaplamak ve eleştirmek istiyorum:


1) Ahmet Dönmez’i eleştirenler şeffaflık veya hesap verebilirlik karşıtı değil. Sadece bu sorunun kök sebepleri ve çözümü konusunda Ahmet Dönmez taraftarlarından farklı bir yaklaşım içindeler. Gözlemlediğim kadarıyla, bu yaklaşım farklarının başlıcaları şunlar:


a) Dönmezci söylem, hesap verebilirlik gibi konularda tüm sorumluluğu ve bugün yaşananları sadece belli vazifelilere fatura ederken; bu söylemi paket olarak kabul etmeyenler, yönetici olmayanların azımsanmayacak bir kısmının da zamanında muhalefet ödevlerini yerine getirmediğini düşünüyor. Bu kimselerin yanlış yaptığını gördükleri idarecilere direnç göstermek yerine kendi menfaatlerini koruma, hatta sosyal tırmanıcılık gibi sebeplerle tepkisiz kaldığını, dahası bazen teşvik edici ve yanıltıcı olduklarını da dikkate alarak, suç veya ayıbın etik gereği tüm taraflara taksim edilmesi gerektiğini düşünüyorlar. Dönmezci söylemde bu kaygının veya hakkaniyetin gözetilmediğini, hatta özellikle göz ardı edildiğini gördükleri için de eleştiriyorlar.


b) Hesap verebilirlik pratiklerinin nasıl geliştirileceği konusunda ise, Dönmezci söylemin sergilediği “sihirli formül” ve üstenci azar tavrının yerine; alışkanlıklar değişirken ister istemez kullanılan süre, tabana işleme ve pozitif iletişim gibi ihtiyaçlara daha duyarlı bir “geçiş (transition)” yaklaşımının doğru olacağını düşünüyorlar. Başka deyişle, kuramla pratik arasındaki alanın salt ateşli söylemler veya “el kitabı” anlayışıyla kolayca dolmayacağını, ancak bol emek, zaman ve tekrarla doldurulabileceğini ve daha önemlisi üstenci tenkit ya da ayıplama yerine pozitif iletişim ve pekiştireçlerle gerçekleştirilmesi gerektiğini düşünüyorlar. Eğer ilk yaklaşım doğru olsaydı, CHP’nin modernleşme projesi de başarılı olurdu.


Biraz daha derine inelim. Dönmezci söylem, Cemaatin şeffaflık pratiklerini geliştirme ihtiyacının 15 Temmuz konusuna kitlenmesinden, ondan ayrı konuşulamaz hale getirilmesinden duyduğu rahatsızlığı okuyamıyor. Hem bireysel hem kolektif hafızada iyi şeylerle acı anılar arasında zorla özdeşlik veya bağ kurmaya çalışmak, sanıldığı gibi her zaman “ders çıkarma” tutumunu değil, birçok kez de kaçış, unutma ve uzaklaşma arzusunu tetikleyebiliyor. İnsan salt bilinçten ibaret değil. Duyu ve duygulara bağlı bir hafıza da var. Çocuklara yeni gıdaları hasta olduklarında tattırmamak gerektiği gibi, insanların olumlu adımlarını da travmalarıyla eklemlememek gerekiyor. Sonradan çocuğa “Sen o zaman hasta olduğun için tadı kötü gelmişti, ama aslında güzel” dediğinizde, çocuk bunu aklen kavrayabilir ama yine de sevmemeye veya elinde olmadan direnmeye devam edebilir. Kısacası, Cemaatin şeffaflık pratiklerini geliştirme ihtiyacı vardır. Ancak bu ihtiyaç, “Dönmezcilik ve Karşıtlığı” gibi yansıtılan suni ve indirgemeci ikili karşıtlıktan ya da propagandadan kurtarılmalı, dürtüselleşmeye başlamış alakasız bir tarafgirliğin alt başlığı olmaya hapsedilmemelidir. Aksi takdirde bu, zaten bağımsız şekilde şeffaflaşmayı destekleyen çok sayıda insanın desteğinin kaybedilmesine, gereksiz yere taraflaştırılıp direnç noktası haline gelmelerine yol açar. Şu anda da olmakta olan bu. (Burada halihazırdaki tüm vazifelilerin bir an evvel şeffaflık ve hesap verebilirlik iyileştirmelerini hayata geçirip, hatta bunların öncülük ve savunuculuğunu üstlenip, bu konuyu Dönmezcilik ve beraberinde Münferitçilik propagandası olmaktan kurtarmaları gerekiyor.)


Dönmezci söylemin, Cemaatin şeffaflık pratiklerini geliştirme ihtiyacını 15 Temmuz konusuna kitlemesinden, ondan ayrı konuşulamaz hale getirmeye çalışmasından duyulan rahatsızlığı biraz daha açmak istiyorum. Tüm bayağılığıyla adeta bir propagandaya dönüşen bu söylem, birçok Cemaat mensubunu neden rahatsız etti? Ahmet Dönmez’in yazı dizisinin hakettiği ilgiyi görmediğinden yakınanlar ve bunu da devlet terörüne uğramış bir topluluğun haklı psikolojisine ve makul hukuki savunma stratejisine bağlamak yerine “statükoculuk, emevicilik” gibi ezberlere bağlamaya çalışanlar, hatta daha da saçmalayarak “ihvanımsılık/radikallik” yakıştırmaları yapanlar, aşağıdaki son derece basit ve çıplak psiko-sosyal gerçekleri gözden kaçırıyor, hatta örtmeye çalışıyor:


* Elbette geliştirilmeye ihtiyacı olmakla birlikte, Cemaatin hesap verebilirlik pratiğinin hem bazı yazılı düzenlemeleri hem de çok katı “tacit” uygulamaları vardı; yani yazılı olmayan ama yazılı kurallar kadar bağlayıcılığı/caydırıcılığı olan uygulamalar. Örneğin: Kurumların inşası için finansman sağlayan mütevellilerin, o kurumların yönetim ve denetim kurullarına katılması ve bağışlarının nereye, nasıl kullanıldığı konusunda yakından gözlemci yapılmaları. Veya kurum ve bölge muhasebecilerinin periyodik olarak il ve daha üst muhasebe ve yönetim toplantılarına çağırılmaları. Kirada oturmak yerine ev alanların, lüks ev eşyası alanların, fazla takım elbisesi olanların, memur gibi az çalışıp evine sürekli erken gidenlerin adeta dışlanması, tenzili rütbeye uğraması veya bazen çok küçük il veya bölgelere tayin edilmesi. Bazen ihtiyaç olduğu halde bölgeye araba almak yerine mütevellilerden araçlarını ödünç istemek, hatta mütevellilere hizmetleri göstererek onları daha da motive etmek ve işin içine dahil etmek için sırayla veya nöbetleşe vazifelileri bir yerlere götürme görevini mütevellilere vermek gibi birçok “tacit” uygulama.


“Tacitism”i hafife almayın. (1) Örneğin, İngiliz kültürü ve politikası son derece “tacit” ve “tacitist”tir. Birçok gelişmiş demokraside anayasalar oldukça kısa ve öz olup, sistemi asıl ayakta tutan şey güçlü “tacit” uygulamalar ve kültürdür. Bisiklete binerken veya markette sıra beklerkenki hallerini paylaştığımız birçok AB ülkesi başkanına bunları yaptıran şey yazılı kanunlar değil, tacitism’dir. Ya da Türk siyasetçilerin seks kasetlerinin ortaya çıkmasından, rezil olmaktan duydukları korkunun, illegal şeylere imza atıp hapse girme korkusundan ağır basmasına yol açan şey tacitism’dir. Ve Türkiye’de yolsuzluğun yargılanmamasını sağlayan şey, yolsuzlukla ilgili yasaların olmaması filan değil, tacitism’in kırılması yani önce ayıpların, “kabul edilemez” sayılan şeylerin kırılması ve “Çalıyor ama çalışıyor” gibi yeni sosyal kabullerle takas edilmesidir. Suçun önlenmesinde “tacit” bariyerler, yazılı yasalardan daha güçlüdür. “Tacit” bariyerler yıkıldıktan sonra hiçbir yasa suçu önleyemez, ki hep önce yıkılan o “tacit” bariyerlerdir ve tabiki insanın içini bağlayan, insanı içinden zapteden şeyler. Dolayısıyla birçok Cemaat mensubu, hesap verebilirlik tartışma ve pratiklerinin 15 Temmuz’dan bağımsız olarak ve Dönmez müridlerinin bu konunun yegane savunuculuğuna soyunmasından çok önceye gittiğini biliyor. Ve bunların yok sayılmasından, küçümsenmesinden, Cemaat’in geçmişte şeffaflıktan haberi olmayan iptidai bir toplulukmuş gibi resmedilmesinden rahatsızlık duyuyorlar. Tepki, bu propagandanın kendisine. İddia edildiği gibi şeffaflığa değil. Çünkü bu insanlar Cemaat’i veya Hizmet’i birilerinin anlatmasıyla, dışardan dinleyerek öğrenmiş insanlar değil; on yıllardır içinde olup, kendileriyle ilgili çizilen imajın ne kadarının doğru, ne kadarının yanlış olduğunu ayırt edebilen insanlar.


Elbette kötü yatırımlar, yetkisi veya etik dışına çıkanlar vardır. Bu, “insan faktörü” denen şeydir ve en gelişmiş sistemlerde bile olabilir; Cemaat’e özgü veya Cemaat’in genel resmini belirleyen bir husus değildir. Bunlar istisna değil genel resim olsaydı, ortada kayyımlara devredilmiş milyarlarca dolarlık maddi varlık ve iltica ettiği ülkelerde daha yerleşim ve rehabilitasyon sürecini bile tamamlamadan en yüksek profilli işlere girebilen, hemen think-tank’ler, medya ve aktivizm örgütleri kurabilen bir insan kaynağı olmazdı. Ve Rejim’in dosyaları boş, yöntemleri de adam kaçırma, itirafçılığa zorlama, işkence vs.’den ibaret olmazdı.

** Hemen yukarıda açıkladığım duruma ek olarak, Ahmet Dönmez’in yazı dizisine ilginin azalmasının bir başka sebebi de güven sorunu. Yani yine öyle “emevicilik, ihvanımsılık” filan değil, son derece temel bir psiko-sosyal gerçek. Cemaat’in Dönmezci söyleme güvenini kaybetmesine yol olan birçok şey yaşandı:


-Zamanla “Münferitçiler” gibi grupların ve Havuz Medyası’ndan isimlerin, hatta en son Ruşen Çakır gibi devletçi kafaların bu söyleme sahip çıkmaya başlaması,

-Söylemin gittikçe hem Cemaat’e yıllar öncesinden kin güttüğü bilinen Hanefi Avcı gibi isimlerin söylemiyle hem de bizzat Rejim’in yaymaya çalıştığı propagandayla benzeşmeye başlaması,

-Anlatının belgeden ziyade duyuma dayanması,

-Anlatım tarzının gittikçe gazetecilikten ziyade propaganda havasına bürünmesi,

-Konu edilen bazı kimselerin cevaplarını görmezden gelmesi,

-Aktarımlara konu edilen sorunların kişisel mi, sistemik mi olduğu konusunda, iddia edilenin aksine, net ve sağlıklı bir ayırım yapılmaması,

-Direkt Hareket’in lideri hakkında oldukça zorlama, oldukça taraflı kişilik ve niyet okuma gibi hamlelere tenezzül edilmesi,

-Söylemin içinde “Cemaat veya Hizmet’e ne olacağı umurumda değil, masumlar dışında hiçbirşeyi umursamıyorum” gibi çok normal, masum görünen ama Cemaat için çok sıkıntılı cümlelerin geçmesi (2),

-Söylemin “Cemaat kendini lağvetsin” gibi akla zarar başka söylemlerle eklemlenmesi, ve

-Söylemin, 15 Temmuz’u aydınlatmaya çalışan diğer birçok gazetecinin ortaya çıkarıp kanıtladığı ayrıntı ve olgulara dayanan, omurgası sağlam ve iç-dış tutarlılığı olan 15 Temmuz söylemiyle karşılaştırıldığında zayıf ve çelişkili olması gibi.


İnsanlar bu ve benzeri birçok şeye “red flag” koydu. Her insan ve topluluk, özellikle soykırıma uğradıkları bir süreçte, herkesten şüphelenir, ajite olur, güven yoklaması yapar ve güvenini çok kolay kaybedebilir. Hele de kendi kişisel veya topluluk kimliğinin genel menfaatine, hukuki savunma stratejisine zararı yararını geçmeye başlayan söylemler karşısında.


Sonuç olarak, insanları “sorgulama, etik, eleştiri ve hakkaniyet”e davet eden Dönmezci söylemin gözden kaçırdığı şey, insanların belki tam da bu gerekçelerle ona olan ilgilerini kaybetmesidir. İnsanlar hemen olduğu gibi inanıp teslimiyet göstermek yerine, belki Dönmezci söylemi de sorguluyor, eleştiriyor ve güven yoklaması yapıyordur. Ve insanlar, haklarında iftira edildiği gibi “radikal veya statükocu” değil; “hakkın hatırını ali tutma” denen şeyin tek tek ayrıntılar kadar bunların bir bütüne oran ve tutarlılığıyla da ilgili olduğunu bilecek kadar zeki, analitik, insaflı, vicdanlı ve akıllıdırlar. Burada artık “O öyle demek istemedi, siz onu anlayamadınız, kıymetini bilemediniz” gibi cümlelerle adeta müridleşen Dönmezcilerin insanlara “yobaz, emevici, statükocu, şeffaflık düşmanı, ihvanımsı” gibi en zıvanadan çıkmış yakıştırmaları yapmak yerine, gözlerinin önündeki çok basit sosyolojiyi okumaları ve dönüp kendi en nihai motivasyonlarını da analiz etmeleri gerekiyor: Gerçekten Hareket’i daha şeffaf pratiklere ulaştırmak ve soykırım karşısındaki mücadelesini doğru hukuki stratejiye oturtmak mı, yoksa Cemaat’le yolunu ayırmışlığın psikolojisi mi? Kimbilir, belki burada küçük bir dualite vardır.


Bitiriş: Bu yazıda Dönmezci söylemin “Ahmet Dönmez’i eleştirenler şeffaflık karşıtı ve statükocudur” iddiasını eleştirdim. Devam edersem çok uzun olacağı için, söz konusu söylemin “Ahmet Dönmez’i eleştirenler dünyayı okuyamıyor” iddiasını başka bir yazıda ele alacağım.


Notlar:


(1) “Tacitism” ile ilgili çok genel bilgi için şunlara göz atılabilir:


veya

veya


(2) Dönmezci söylemin içinde çok geçen “Cemaat veya Hizmet’e ne olacağı umurumda değil, masumlar dışında hiçbirşeyi umursamıyorum” gibi cümleler çok normal veya masum görünse de, birçok Cemaat mensubuna göre, hatta en çok bedel ödeyenler için bile çok sıkıntılı bir bakış açısını yansıtıyor. Çünkü Cemaat sadece soykırımdan kurtulmak istemiyor; inanç ve aidiyetini de sürdürüp geleceğe aktarmak istiyor. Özellikle yurtdışında yaşamaya başlayıp asimilasyon riskini ve tırmanıştaki ateizm, deizm karşısında çocuk ve torunlarına dini inancını aktaramama riskini gördükten sonra, Hizmet’in tüm rehberlik faaliyetleri ve sosyal koruyucu ve geliştirici şemsiyesiyle daha da güçlenip yaşaması gerektiğine inanıyor ve buna geçmişten daha çok ihtiyaç duyuyor.

Yazar: Aslı R. Topuz

Post: Blog2_Post
bottom of page