En az düşünmek kadar zor olan birşey varsa, o da insanın düşüncelerini organize edebilmesidir. Elindeki yüzlerce tespit veya idrak parçasını nasıl birleştireceğini bulup, o nihai dizilimi dünyaya, olan bitene dair bir görüşe ve insanları tetikleyecek bir ajandaya dönüştürebilmek.
Halihazırda yaşadığımız süreç, beynimize duygu, düşünce, idrak, keşif, sezgi hatta bazen de dumur, kargaşa, körlük sağanakları olarak yağıyor, hem de siyaset, etik, hukuk, din gibi birçok kategoriye ayrı ayrı düşecek skalalarda. Bu sürecin akıl defterini nasıl yapmalı? Bu fili kaç yerinden, kaç şekilde tutmalı? Öyle çok olasılık, öyle çok yaklaşım mümkün ki. Mesela:
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi’nin bir alt başlığı olarak süreç
Anne Applebaum’un “Kötü Adamlar Kazanıyor” diyerek işaret ettiği küresel dekadansın bir parçası olarak süreç
Cemaatin yeni varoluş formları arayışının tetikleyicisi olarak süreç
Küresel islamofobinin tezahürlerinden biri olarak süreç
Cinsiyet rolleriyle ilişkisi, kadınlar ve erkekler üzerindeki farklı işleyişi açısından süreç
Bir soykırım etiğine olan ihtiyacı ortaya çıkarışı bakımından süreç...
Bunlar gibi daha nice tezahüre ayrıştırılıp tarif edilebilir süreç. Peki ben bu süreçten nasıl bir süreç çıkarmak istiyorum? Coğrafya derslerinde gördüğümüz harita çeşitleri bende düşünceler, daha doğrusu düşünüş olasılıkları uyarıyor. Siyasi haritaların renkleri, çizgi özellikleri başkadır, fiziki haritalarınki başka. Topoğrafya haritaları, iklim haritaları, doğal kaynaklar veya otoyol haritaları, hepsi başka başka. Sürecin bende en tetiklediği şeylerden biri, Türkiye’yi bir onur haritası şeklinde görmek oldu. Öyle ıslah edilmemiş topraklar uzanıyorki gözümüzün önünde. Onur dağları, ovaları bir iki bölgeye yığılmış, diğer taraflar çorak. Onur haritasında adı geçmeyen, su-elektrik gitmeyen yerleşim yerleri var. Haritada olmayınca kimsenin yolunun düşmediği ve sonunda haritadan silinen köyler.
Türkiye’nin onur haritası böyle engebeli. Bu haritanın değişmesi gerek. İnsan onurunun, her kimliğin görünürlüğünün dağılımı fiziki harita gibi olmamalı. Çünkü bu harita insanın etkin olabileceği, iradesiyle çizebileceği bir harita. Ülke sınırları, otoyol haritaları, okullaşma oranı haritaları gibi. Türkiye’de insan onurunu ve buna bağlı tüm onurları adeta gen havuzuna mahsus birşeymiş gibi sadece kendine ait gören, şımarık, kendince hatadan, kusurdan münezzeh, hesap vermekten, sorumluluktan muaf, zorba bir insan profili ve bu profilin popülasyona, siyasi bir yerleşkeye dönüştüğü bir onur haritası var. Sorun, söz konusu profil ve popülasyonun bu onurları diğer insanlarla paylaşmaması, hatta onlardan çalması ve onların onurunu haritadan silmesi.
Sürecin her tezahürünün, her ajandasının ayrı bir ritmi, takvimi var; saatin kadranı üzerinde ayrı hızlarda ve her biri kendi menzilinde ilerleyen saniye, yelkovan, akrep gibi. Kısa vadede hızlıca odaklanılması gereken mağdurların maddi sıkıntılarının, temel yaşam ihtiyaçlarının giderilmesi ajandası bu sürecin saniye kolu belki. Ama bu öncelikli ve daha ziyade kriz masası niteliğindeki ajandalar, seçimlerin ve gündelik siyasetin üzerindeki ve hepsinden daha önemli olan toplum sözleşmesi, vatandaşlık, en az batılı düzeyde bir insan hakları tezi gibi esaslara dair bilincin yerleştirilmesi ve bunların nihai uzantısı olan insan onuru ve diğer manevi onurların/ görünürlüklerin adil dağıtılması ajandasının yerini tutamaz. Döngünün bu bahsettiğim son aşaması eksik bırakıldığında, kendinden önceki maddi-manevi refah ve adaletlerde katedilen seviye de yine geri kaybedilmeye mahkumdur. Başka deyişle, insanların sadece istihdam veya gelir adaleti gibi ihtiyaçlarını dikkate alıp, her kimliğe adil onur, görünürlük ve temsiliyet hakkı sağlamak için mücadele etmezseniz, geçici sağlanan istihdam veya gelir adaleti de zamanla tekrar bozulacaktır.
Sonuç olarak, bu sürecin en yavaş ilerleyecek, en zorlu ama eksik kalırsa diğer her kazanımı tekrar riske sokacak en kritik ajandası, Türkiye’nin onur haritasının ıslahı, ulusalcı/kemalist mahallenin diğer tüm kimlikler uzerindeki kibirli ve zorba onur kartelinin çökertilmesidir. Çünkü 21.yüzyılda koskoca bir topluluğa zorlanmadan soykırım yapabilen, mağduriyetlerini duyururlarken bile başkalarını onlara destek vermekten korkutan şey bu karteldir; yasalardaki boşluklar veya başka birşey değil.
Peki bu onur karteli nasıl çökertilebilir? Kimliğimizden utanmaktan vazgeçerek, kendimizle gurur duymayı öğrenerek. Alışageldikleri ve kendilerinden başka herkesten bekledikleri koşulsuz, karşılıksız saygıya yani onur haraçlarına son vererek. Kimseden üstün olmadıklarını yüzlerine haykıra haykıra öğreterek. Onur haritasında çaldıkları toprakları, şanları, itibarları geri alarak. Ama hepsinin başı, onur haritasında kaplamak istediğimiz yer kadar kendimize değer vererek. Fısıltıyla, saklanarak değil; sesli ve neşeli bir şarkı gibi.
Comments