top of page
  • Aslı R. Topuz

Arzuyu Yakmak

(İslami Çalışmalara Dair...)


Toronto Üniversitesi, ‘Dini Toplulukların Yerel Yönetimlere Katılımı’ konulu bir panel düzenlemişti. Panelde Yahudi, Hristiyan ve Müslüman toplulukların temsilcileri konuşacaktı. Otopark ve rekreasyon alanlarının ve kullanım saatlerinin düzenlenmesinde dini toplulukların ihtiyaç ve taleplerinin dikkate alınması gibi konular tartışıldı. Son tur, hayvan haklarına ayrılmıştı. En son konuşmacı, Azizah Kanji isimli ve o tarihte Toronto Üniversitesi’nde akademisyen olan genç bir kadındı; Toronto’nun müslüman topluluklarını temsilen ve İslamiyetin hayvan haklarına yaklaşımını özetlemek için söz aldı. O ana kadar ilgisizce dinlemiştim paneli.


Azizah Kanji, hayvan haklarını neredeyse yasal düzenlemelere temel teşkil edebilecek şekilde açık ve kesin ortaya koyan bazı hadislerle konuya girdi ve salondakilerin olumlu şaşkınlığı daha o an hissedilmeye başladı. Ama konuşmasının ikinci ve asıl kısmını hayvanlarla ilgili hadislerin ve sair literatürün linguistik analizine ayırmıştı. Konuyu felsefedeki canlı varlık-kişi ayrımına getirip, dini literatürde hayvanların canlı varlık olmanın ötesinde tıpkı insanlar gibi ‘kişi’ statüsünde kabul edilebileceğine dair kanıtlar olduğuna bağladığı anda salondan ‘wow’ tepkileri ve alkışlar geldi. Sonrasında, hristiyan ve yahudi dinleyicilerden bir sürü meraklı soru...


Kendimi çok uzun bir süreden sonra, ilk defa yeniden dine ilgi duyarken buldum. Yeniden inancımla gurur duyarken, yeniden Allah’a karşı bir merak hissederken... Sonrasında ülkemin ve islami çalışmalar alanındaki baskın figürlerinin bana yaşattığı deneyimi düşündüm. Tüm o deneyimin bendeki din merakını, ilgisini nasıl boğduğunu; dini tartışmaların nasıl şu iki konuya hapsedildiğini farkettim: Nihat Hatipoğlu temsilinin işgal ettiği bir dini alan ve bunun tam karşısındaki ‘müslümanlar neden geri kaldı’ analizleri. İkisinden de hadsiz bıktığımı, yorulduğumu hissettim. Ve benim gibi diğer müslümanların da bu çatışkıya, yapay ikili karşıtlığa nasıl mahkum edildiğini. Sanki tüm islami çalışmalar bu ikilemin etrafında dönmeliymiş gibi. Müslümanların neden geri kaldığı konusu belki birkaç yüzyıldır çiğnenen, kusulan, yeniden çiğnenen ve bu yüzden bıkkınlık vermiş bir konu. Ayrıca islamofobi gibi sıkıntılar yüzünden travmalar yaşayan müslüman topluluklara daha da fazla moralsizlik ve tükenmişlik aşıladığı için, belki temelindeki iyi niyetin aksine neredeyse hiçbir olumlu etki yaratmayan kısır bir alan. Ancak hala rant getiren ve çalışması kolay bir konu olduğu için rağbet görüyor. Oysa bazen bir sorunu çözümsüz yapan şey, sürekli ondan konuşmaktır.


Peki ihtiyacım olan ne? İnanan biri olarak benim yeniden dine ilgi duymamı, merak beslememi sağlayacak olan şey ne? Herşeyden önce, toprağın nadasa ihtiyaç duyduğu gibi insanlara yenilik duygusunu yaşatmak gerekiyor; dinin bakir güzelliklerini keşfetmeye çalışmak ve bunu severek yapmak. Yaşadığımız çağda sayısız tartışma alanı, sayısız ilginç konu var: Yapay zeka, uzayın kolonileştirilmesi, çevre sorunlarına ‘degrowth’ yani global küçülme yaklaşımı, ‘slow city’ yani yavaş şehir akımı, mülteci krizi, ayıplama kültürü, vs. Dinin bu konuların hepsi için söyleyecek ilginç bir sözü veya en azından akıl yürütme yapabilecek başlangıç noktaları olduğuna inanıyorum. Vatikan bile fizikçi papaz yetiştirip Cern deneyine gözlemci olarak gönderiyor. Tek gereken, benim gibi insanların ilgisini bıkılan kısır alanlardan çekip buralara yönlendirebilecek islami çalışmacılar ve din adamları yani ARZUYU YENİDEN TUTUŞTURABİLECEK beyinler. Bediüzzaman ve Hocaefendi bunu başarabildi. İslami çalışmalarda Stanley Kunitz’in Dokun Bana şiirindeki ‘Bir arabanın motorunu çalıştıran şey nedir? Arzu, arzu, arzu...’ dediği bilgeliğe, yaşama sevincine ihtiyaç var.


Kunitz, birgün evinin bahçesinde ilerlemiş yaşına rağmen yeniden hatırlayıp hissettiği çocuk aklını öyle güzel anlatır ki:


Tüm öğleden sonra bahçede durdum.

Diz çöküp ayaklarımın dibindeki ağustosböceklerine baktım.

Sanki patlayıp kabuklarından dışarı dağılacak gibiydiler.

İşte o an,

Yeniden bir çocuk gibi,

Bu kadar küçük bir makineden

O berrak ve cesur müziğin nasıl döküldüğüne hayret ettim.

Motoru çalıştıran şey nedir?

Arzu, arzu, arzu...

Gömülen bir hayatın içindeki

Dans özlemi.


Müslümanların da yeniden o çocuk aklı, çocuk gözlerine, hayata karşı o merak ve arzuya ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Ancak o kıvılcımı yaşayanlar başkalarında da arzuyu tutuşturabilir.


Yazar: Aslı R. Topuz

Post: Blog2_Post
bottom of page