Gazze Soykırımı başladığında, populistler, polemikçiler, lobiciler, aktivistler, siyasetçiler, hukukçular, akademisyenler ve bilumum farklı meslek, evren ve ajandadan insan konunun başka yönünü, başka düzlemde resmetmeye çalıştı.
Konuyu 7 Ekim ve Hamas kadar dar bir çerceveye sıkıştırmak isteyenler, İsrail savunusunu Hamas’ın LGBTQ’yu desteklememesi gibi sözümona argümanlara dayandırmaya çalışanlar kadar; kolonicilik tarihi, sınıf mücadelesi, beyaz üstünlükçülüğü, kapitalizm-marksizm çatışması, NATO ve NATO dışı dünya çatışması, medeniyetler savaşı, ortantalizm, dini metinleri okumada hermenotik/literalizm tartışmaları, yahudilik-siyonizm karşılaştırması kadar geniş bağlamlara transfer edenler de vardı.(1) Elbette hepsi tartışılmayı hakediyordu. Ama önce veya en çok hangisi? Ve hakem perspektif olarak neyde karar kılınmalıydı?
Tüm bu çok boyutlu, kompleks tartışmalar içinde odağımızı nasıl bulacak ve dikkatimizi çeldiricilerden nasıl koruyacaktık? Birden fazla doğru ve birden fazla etik pozisyon işin içine girmişse ve bazen birbirleriyle çelişiyorlarsa, hangisini seçmeliydik?
Bu konuda en büyük ölçek belirleyici, karar kolaylaştırıcı, sis ve kafa karışıklığı dağıtıcı perspektif, Gabor Mate gibi vicdan ve insaf simgesi entelektüellerden geldi. Gabor Mate’in şu sözü ahlaki berraklığı ve önceliği ortaya çıkardı: “Hamas hakkında söyleyebileceğiniz en kötü şeyi alın, onu 1000’le çarpın; yine de İsrail’in Filistinlilere yaptığı baskılara, katliamlara ve mülksüzleştirmeye yetişemez.”
Bu bakış açısını Türkiye’de Cemaat'e yapılan kıyıma uygulayın: “Cemaat hakkında söylenen en kötü şeyleri doğru farzedin, 1000’le çarpın; yine de Devlet’in Cemaat’e yaptığı mülksüzleştirmeye, insandışılaştırmaya, soykırıma yetişemez.”
Bu bakış açısı vicdanın, insafın, soykırım etiğinin terazisidir; soykırım veya dengi kıyımlarda takınılacak tavırdır.
Bu bakış açısını benimsemek zorundayız çünkü:
1-Cemaat’le ilgili içte ve dıştaki tartışmalar da aynı Filistin hakkındaki tartışmalar kadar dallanıp budaklandı: Cemaat kıyımını sadece 15 Temmuz’a hapseden, hatta Cemaat’te şeytanlaştırılan birkaç isme indirgeyenler kadar; bu kıyımı TC’nin ulus devlet ideoljisi, etno-dinsel/mezhepsel faşizmi, daha önce azınlıklar veya başka gruplara yapılan kıyımlarla ilişkisi, Türkiye toplumunun persona ve ahlak/ahlaksızlık dinamikleri, TC’nin psikolojik harp ve organize suç davranış repertuarı, TC’de sermayenin el değişmesi vb. geniş çercevelere ve okumalara taşıyanlar da var.
2-Çok küçük de olsa, Cemaat içinden bir oklokrasi, karmaşık ve ileri düzey düşünebilme becerisini, rejimin dayattığından bağımsız sebep-sonuç analizlerini bulandırıyor. Bu oklokrasi, ahlakı tek düzlemli, 1-0 gibi sadece iki değişkenli bir kesinlikte ve statik sanmakta; karmaşık etik durumlarda soykırıma karşı nasıl tedbir, strateji ve söylem belirleyeceğini, nasıl zarar sağaltımı yapacağını, birden fazla etik doğru veya konum birbiriyle çatıştığında hangisine nasıl alan ve zamanlama tayin edeceğini bilmemekte.
Halbuki etiğin karmaşıklaştığı durumlarda triyaj gerekir, tıpkı sağlık alanındaki gibi. En tepede devletin halk sağlığı politikaları vardır; antibiyotik yazma yetkisinden, aşı veya doğum kontrol politikalarına kadar bazı politika tercihleri gibi, ki bunlar geniş zaman dilimlerini ve daha üst ajandaları ilgilendirir. Sonra altta fiziki altyapılar vardır; hastaneler, klinikler, acil servisleri gibi. Bunların bile üst/alt politikaları vardır. "Bir acil servis ne kadar karmaşık olabilir ki" dediğinizde, karşınıza triyaj kavramı çıkar ve sizi şaşırtır çünkü acilin bile acili, daha acili, daha az acili vardır.
Cemaat, sosyal medyada içine düştüğü ve kakafoniye benzemeye başlayan etik tartışmalarda bu triyajı yapmalı ve sosyal medya mevcudiyetine uygulamalı. Neden?
1) Cemaat’in bu triyaji yapmaması, maalesef kıyıma rıza imalatı’nı (2), halktaki haksız ve suni nefreti artırıyor, Türkiye’de o toplum içinde yaşayanların nefes almasını zorlaştırıyor; ki bu sayısız defa ıspatlandı. Devlet’in Cemaat karşısındaki psikolojik harbinin ve hukuk pornosunun en büyük dayanağı, Cemaat’in bu triyaji uygulamaması. Çünkü soykırımlar gücünü şeytanlaştırma, insandışılaştırma ve rıza imalatından alır. Bu konuda kanıt için Lempkin’in soykırım tanım ve aşamalarına bakılabilir.
2) Cemaat’in bu triyaj kabiliyetini öğrenmemesi, kolektif akıl gerilemesine, entelektüel irtifa kaybına, vasatlaşmaya ve oklokrasiye yol açabilir. Küçük de olsa, Cemaat’in kendi “Refah tabanı, aidiyet tekfircileri, aforozcuları” doğabilir. Bu “etik irşadçılar” kendilerini herkese dair her tür spekülasyona kulak kesilme, ifşalama, sosyal olarak recm ettirme yetkileriyle donatabilir.
Böyle bir haletin iddia ettikleri gibi şeffaflaşmaya veya daha güçlü etik hassasiyete faydası, bağlantısı kanıtlanmış değil. Batı’daki şeffaflaşma pratiği ile bu oklokrasinin sosyal medyada sergilediği şeffaflıkçılığın da hiçbir benzerliği yok. Ama insanların çocuklarının mezuniyet tören resimlerini paylaşmasını bile yuhlamaya varan bu ayıplamacılığın, hassasiyet görünümlü hased veya kaderi tenkidin, erdem polisliğinin uzun vadede insanları populistleştirdiği, aptallaştırdığı, riyakarlaştırdığı, münafıklaştırdığı, arsızlaştırdığı, suç veya ahlaksızlıkta daha vasıflı hale getirdiğine kanıt mevcut; İran toplumu veya Evanjelistler gibi. Ahlak, erdem adı altında insanların kişisel sınırlarının halka açık şekilde bu kadar çiğnenmesi de bir yozlaşma türü. Yozlaşma sadece maddi hususlarla ilgili değildir.
3) Cemaat içinde bu triyajı vurgulayanları “statükocu, zarfçı, darbeci” gibi yaftalarla recmeden sözkonusu küçük ama oklokratik güruhun karakter ve hareket özellikleri gözlemlenirse; bariz iftiracılık, koğuculuk, tezvirat, masumiyet karinesini ihlal gibi kolay farkedilebilen ve hepimizin gözü önünde cereyan eden iğrenç ahlaksızlarının yanı sıra, tıpkı İsrail ve AKP toplumu gibi mağduriyeti silahlaştırma, mağdur kartları üretme nevinden daha geç farkedilen ama uzun vadede daha tehlikeli yozlaşmalara uğrayabilecekleri, etiği de silahlaştırdıkları görülür. Ve bunu güven inşası adına yaptıklarını söylerlerken, aksine herkesin şahsi günahlarının, özel hayatına ait hallerin ortalığa saçılmasını sağlayarak insanların birbirine sevgi, saygı, güven duymasını ve ekip ruhuyla birşey üretme kabiliyetini baltalıyorlar. Bazısı bunlara yol açmaktan haz aldığını bile gizlemiyor.
Bundan daha önemlisi, bu ahlaksız ahlakçılığın ardındaki “günahsız, hatasız topluluk olma” dayatmasının kendisi batıldır çünkü hem imkan haricidir, gerçekçi değildir hem de böyle bir ilahi beklenti yoktur; dolayısıyla aidiyet veya kimlik temellendirmesi olamaz. Müstakim olan, günah ve arazlarınla beraber yolda devamlılıktır. Sovyet Rusya’nın yıkılmasındaki etkenlerden biri de yeryüzünde gerçekten bir cennet yaratabileceklerini sanmalarıydı. Öyle ki, mesela komünizmden itibaren bir daha cinayet, tecavüz işlenmeyeceğini sanıyorlardı. Bu suçların kendinden ziyade komünizme asıl zarar veren şey, cinayetsiz toplum yaratma gibi gerçekdışılıklar ve devamındaki hayal kırıklarıdır.
4) Bu triyaj, dinin kendisiyle de tutarlıdır, çelişmez. Dinin kendisi bile korkakların savaştan muafiyeti, can güvenliği tehlikeye girdiğinde dinini inkara cevaz, Peygamberin (sav) karşılaşacakları zorluklar hasebiyle ahirzamandaki inananlara “kardeşlerim” diye iltifat etmesi, onları sahabelerden farklarına rağmen onurlandırması, yine sahabelerden farklı olarak dinin onda birini yaşamaları halinde kurtulabileceklerine işaret etmesi, zina gibi büyük günahları işleyenlerin bile tövbe etmeleri veya isnadın aksi yönde şahsi beyanda bulunmaları veya şahit sayısının azlığı gibi durumlarda bırakılmaları, hatta günahların şahitlendirilmesinin güçleştirilmesi gibi birçok örnek, etiğin dine göre de yüzeysel, düz, statik, tek boyutlu olmadığını; hayır-şer dengesinin sanıldığı kadar basit olmadığını gösterir.
Notlar:
1) İkinciler elbette daha büyük ve karmaşık ama içkin ve sistemik ağları, kalıpları ve örüntüleri yakalayabildiği için elbette daha yüksek bir zeka ve bilince işaret ediyor.
2) Daha fazla bilgi için bkz.:
“Manufacturing Consent: The Political Economy of Mass Media”
Yazarlar: Noam Chomsky, Edward S. Herman
Aslı R. Topuz
13 Haziran 2024
Sanki sonuç kısmı eksik kalmış gibi. Bitmesini istemediğim güzel yazılarda hep bu duyguya kapılırim.
👏👏👏
Hissettiğim her şeyi benim için yazıya dönüştürüyorsunuz. Çok teşekkür ederim yine çok güzel bir yazı olmuş...