top of page
  • Aslı R. Topuz

Evanjelik Aklın Ziyan Oluşu

Evanjelik Aklın Ziyan Oluşu

Amerikan Hristiyanlığının nasıl şekillendiğine dair tuhaflıklar, inançlı kimselerin komplo teorileri ve dezenformasyon karşısındaki kırılganlığını açıklamaya da yardımcı olabilir.


Mart 4, 2021


6 Ocak’taki Capitol Saldırısı’nın en sarsıcı sahnelerinden biriydi. İsyancılar Senato’nun bulunduğu katı kırıp dökerken, başında kırmızı bir kayak şapkasıyla uzun saçlı bir adam, kürsüden bağırdı: “İsa Mesih, senin adını sesleniyoruz!” Onun sağındaki adam, başında bir kürk şapka ve boğa boynuzları ve elinde Amerikan bayrağı olan sözde Qanon Şamanı, bir megafonu havaya kaldırıp dua etmeye başladı. Odadaki diğerleri başlarını eğdiler. Şaman, “Teşekkürler Cenneteki Babamız; bu polis memurlarının bizi içeri alıp, haklarımızı kullanmamıza ve tüm tiranlara, komünistlere, küreselcilere şu mesajı göndermemize izin vermeleri için ihtiyaç duydukları ilham olduğun için: Burası bizim ulusumuz, onların değil, Amerika’nın, gerçek Amerikan gibi bir ABD’nin düşmesine izin vermeyeceğiz” dedi ve “Teşekkürler kutsal, herşeyi bilen, herşeye gücü yeten ve her yerde hazır ve nazır olan yaratıcı Tanrımız; bu odayı beyaz ışığın ve sevginle, beyaz ahenk ışığınla doldurduğun için. Bu odayı seni ve İsa’yı seven vatanseverlerle doldurduğun için” diye şükretti.


Capitol Saldırısı’nı tetikleyen şey, Donald Trump ve müttefiklerince pazarlanan seçimin çalındığı yalanı olsa da, bu yalanın kolayca yayılmasını sağlayan şey, Hristiyanlığın bazı çarpık görüşleriydi. Bir grup tahtadan büyük bir haç taşıyordu; “İtimadımız Tanrıyadır”, “İsa Benim Kurtarıcım, Trump Benim Başkanımdır”, “Amerika’yı Yine Kutsal Yapın” yazan bayrakları vardı. Bazı isyancılar ise, İncil’de Joshua’nın Kitabı’nda geçen ve İsraillilerin üfleyerek Jericho’nun duvarlarını yıktıkları borulara benzettikleri için bazı muhafazakar Hristiyan çevrelerde popular olan, koç boynuzundan yapılmış ritüel çalgılarına üflüyorlardı. Capitol Saldırısı’nda sergilenen şey, inanç, komplocu düşünüş ve yanlış yönlendirilmiş milliyetçiliğin bir karışımıydı ve Amerikan Kilisesi’nin ülkenin bu tehlikeye sürüklenişindeki rolünün benzersiz bir kanıtıydı.


Amerikan Girişim Enstitüsü tarafından yakın tarihte yapılan bir araştırma, beyaz Evanjelistlerin çeyreğinden fazlasının, Donald Trump’ın seks amaçlı çocuk kaçakçılığı yapan ve aralarında bazı tanınmış Demokratlar ile Hollywood elitlerinin de olduğu bir gruba karşı gizli bir savaş yürüttüğüne inandığını ortaya koydu ki, bu inanç Qanon Komplo Teorisi’nin de kritik bir parçasıdır. Verilere göre, Cumhuriyetçi Parti içinde inanç temelli bir gerçeklik bölünmesi söz konusu: Beyaz Evanjelist Cumhuriyetçilerin yaklaşık dörtte üçü 2020 seçimlerine hile karıştığına inanırken, Evanjelist olmayan Cumhuriyetçilerin sadece %54’ü buna inanıyor. Ayrıca, Evanjelist olmayan Cumhuriyetçilerin sadece %42’si Capitol Saldırısı’ndaki şiddetten Antifa’yı (antifaşist bir grup) sorumlu tutarken, beyaz Evanjelist Cumhuriyetçilerin %60’ı Capitol Saldırısı’ndan şiddetten Antifa’yı sorumlu tutuyor. Bazı başka araştırmalar ise beyaz Evanjelistlerin Covid-19 aşısına karşı daha şüpheci olduğunu ve diğer Amerikalılara göre daha düşük oranlarda aşı olarak, ülkenin pandemiden kurtuluşunu tehlikeye attıklarını gösteriyor.


Peki Amerikan Kilisesi, özellikle beyaz Protestan Evanjelistler bu hale nasıl geldi? Çoğu skeptiklere (şüphecilere) göre sorunun cevabı çok açıktır: İnanç ve akıl zıt şeylerdir ve bir arada bulunamazlar; biri hep diğerini iptal eder. Bununla birlikte, zihnin yaşamının ihyası, aklın gelişimi ve entelektüel arayışların da Tanrı’yı yücelttiği düşüncesinin Hristiyanlık tarihinin önemli bir parçası olduğu yadsınamaz. Orta Çağ boyunca manastırlar, önemli öğrenme merkezleri olmuş ve ilk Avrupa üniversitelerini doğurmuşlardır. Thomas Aquinas’ın Aristo felsefesi ile Hristiyan teolojisini harmanlayan eserleri, bilimsel gerçeklerle dini hakikatler arasındaki uzlaşıların çerçevesini kurmuştur. Protestan Reformu’nun öncüsü Martin Luther, aynı zamanda evrensel eğitimin ilk savunucularındandır ve yoksul gençlerin eğitiminin bir şehrin barış ve refahı için hayati olduğunu ileri sürmüştür. Püritan papazlardan Jonathan Edwards, yazıları ve vaazlarında metafizikle epistemolojiyi harmanlamıştır. 20.yüzyılda gelindiğinde, C.S.Lewis ve Reinhold Niebuhr gibi isimler Hristiyan Entelektüeller olarak takdir görmüş; ortodoks Hristiyanlık T.S. Eliot ve W.H. Auden gibi yazarların sanatının odak noktasını teşkil etmiştir.


Bununla beraber, Amerika’daki Evanjelism neredeyse anti-entelektüellik olarak tanımlanır hale geldi. En popüler ve nüfuzlu papazların tarzı sığlık arzediyor: Kişisel karizma, uzmanlığın önünde tutuluyor ve bilimsel otoritelere şüpheyle yaklaşılıyor. Bu durumda Amerikan Evanjelistlerin demogoji ve yanlış bilgilendirmeler karşısında kırılgan hale gelmesi hiç şaşırtıcı değil. 1960’larda yani McCarthycilik sonrası dönemde çalışmalar ortaya koyan tarihçi Richard Hofstadter, “Amerikan Hayatında Anti-Entelektüellik” başlıklı çalışmasında, ABD’de akla ve akılcılığı temsil edenlere karşı şüphecilik ve direncin ortaya çıkmasına neden olan bazı tutum ve fikirleri incelemiştir ve Amerikan Evanjelismi, tespit ettiği başlıca faktörler arasındadır. O sıralar Evanjelik Liberal Sanatların temsilcisi bir kurum kabul edilen Illinois’deki Wheaton Kolejinde profesör olan tarihçi Mark Noll ise, 1994’te “Evanjelik Aklın Skandalı” başlıklı bir kitap yayınlamış ve kitabın ilk bölümünün açılış cümlesinde, “Evanjelik aklın skandalı, pek de evanjelik olmamasıdır” demiştir.


Hem Hofstadter hem de kendisi de bir Evanjelist olan Mark Noll, Hristiyanlığın Amerika’da kök salışındaki tuhaflıklara işaret eder. New England civarında yerleşen İngiliz Püritanlar’ın derin bir okuma/ilim geleneği vardır ve bu gelenek Harvard, Yale ve Dartmouth’un kuruluşunu sağlamıştır. Püritan rahiplerin hem ilim hem de takvada mükemmel olması beklenirdi. Ne var ki daha sonra Amerikan Hristiyanlığı, Hofstadter’in de belirttiği üzere, keskin bir dönüşle “İlk Büyük Uyanış” denen ve 18. yüzyılın ortalarında sömürgelerde baskın olan “canlanış” tavrına yani salt dini coşkunluğa geri döndü. İnananların Tanrı’yla direkt bağlantısı, dinin ana odağı haline geldi. Dinde akıl ve öğrenmenin önemine inanan rahipler kendilerini tehdit altında bulmaya başladı. Hofstadter’e göre, bu “Uyananlar” aklın erdemlerine ilk karşı çıkanlar değildi ama anti-entelektüelliği hızlandırdılar ve Amerikan anti-entelektüelciliğine kısa da olsa ilk militan başarısını sağladılar. New England’da ve orta-Atlantik’teki sömürgelerde yükselen bu “uyanışçılık” veya “canlanışçılık” daha sonra Güney’e ve Batı’ya sıçradı ve Kilise’nin adeta patlayıcı şekilde büyümesine yol açtı. Bu büyümeyle birlikte, yeni bir “karizmatik lider” fikri de yayılmaya başladı. Yine Hofstadter’e göre, entelektüel yani kendi iyi eğitim almış ve eğitici yönü güçlü Püritan papaz ideali zayıflamaya, bunun karşısında ise popüler, karizmatik, Haçlı Seferlerindeki askerlere benzeyen, pek okumamış ve illa bilgili olması gerekmeyen bir Evanjelist papaz ideali yükselmeye başladı. Canlanışçılık, maalesef Protestan Hristiyanlığının doğasını değiştirdi. Dini inanç daha bireyselci ve kurumsal otoriteye daha az tabi hale geldi; ilk el deneyimler geleneklerin yerine geçti. Böylece Amerika’da bir din piyasası türedi ve kim daha çok kitleye hakim olacak kaygısı her şeyin önüne geçti. Noll’a göre bunun anlamı şuydu: Artık kimse Tanrı ve doğa, Tanrı ve toplum, Tanrı ve güzellik ve Tanrı ve insan aklının işleyişi üzerine düşünmek için vakit ve enerji ayırmıyordu.


Geçmişte inanç ve bilimsel rasyonellik arasında sağlanmış olan karşılıklı nezaket ve birbirinden faydalanma hali, İç Savaş’tan sonra çatırdamaya başladı. Kilise, hem bilimdeki ilerlemelerle hem de İncil’i tarih, felsefe ve edebi yönlerden ele alarak yeniden anlamaya çalışan din adamları ve sosyal bilimcilerle gittikçe daha çok çatışmaya başladı. Göçmenler ve sanayileşme ile birlikte sosyal ortam da değişiyordu. Noll’a göre, Hristiyanlar entelektüel kaynaklarını bu meselelere ayırmaya başlayınca, dolapları zamanla tam takır kaldı. “İnandıkları dini metinlerde hala hayata dair herşeyin bir cevabı, çaresi vardı ama o çareler nelerdi? Kimler artık bu sosyal ve entelektüel sorunlar hakkında gerçekten vakit harcıyordu? Kimler bir zamanlar Evanjelizmin kendisine adanan enerjiyi artık bu meselelere ayırıyordu? Üzücü cevap şu ki, artık neredeyse hiçkimse Hristiyan düşünüşüyle ilgilenmiyordu.”


19.yüzyılın sonlarındaki sosyal ve entelektüel hareketlilik, en sonunda Protestanlık’ta kopuşa, kırılmaya yol açtı. Kimileri İncil’deki İsa’nın doğumu ve insanlığın kurtuluş ihtiyacı gibi doğaüstülük içeren tarihsel ortodoks inançları reddederek teolojik liberalizme sürüklendi; kimileri ise siperlerini derinleştirip daha fundamentalist bir hareket oluşturdu. Fundamentalist olanlar, İncil’in salt sözlük anlamıyla okunup anlaşılması gerektiğini ve de tarihin çeşitli dönemlerini, özellikle Kıyamet’e yakın zaman dilimlerini anlamak için İncil’deki kehanetlere odaklanılması gerektiğini savunan “muafiyetçilik” gibi birtakım teolojik sistemleri benimsediler ki, bu sistemler veya anlayışlar geçmişte asla Hristiyan ortodoksisinin merkezinde olmamıştı. Noll’a göre bu “sözlük anlamıyla, tefsirsiz okuma” yöntemi, kültürel ve tarihsel çerçevelerin gözden kaçırılmasına ve inananların yanlış bir yönelimle birlikte sözde bilimsel yaklaşımları İncil’e uygulamasına ve İncil’deki parçaları sanki birleştirilmesi veya yeniden dizilmesi gereken yapboz parçaları gibi görmesine neden oldu. Noll’a göre, “İncil’in hatasızlığı” veya yanlış anlaşılmaktan muaf/korunmuş olduğu inancına dayalı bu “tefsirsiz okuma” yöntemi, daha önce hiçbir Hristiyanlık hareketinde bu kadar merkezi bir yer işgal etmemişti. Fundamentalistler kendilerini gittikçe sekülerleşen toplumdan da ayrıştırmaları gerektiğine de inanıyorlardı. Tüm bunlar dünyaya dair Hristiyan düşünüşü üzerinde sarsıcı bir etki yaptı: Tarihe, küresel olgu ve ilişkilere, bilime önem vermeye artık gerek yoktu çünkü nasıl olsa bu dönem göz açıp kapayıncaya kadar geçecek ve İsa yeryüzüne inecekti; artık önemli olan tek şey mümkün olduğunca çok ruhu kurtarmaktı. Noll’a göre, Evanjelistler görünen halihazırın analizini reddedip, görünmeyen bir geleceğe odaklandılar. “Bu etkiler altında, Evanjelistler yaratılana saygıyı neredeyse tamamen kaybetti ve ruhun kurtuluşu fikrine saplandılar.”


Modern Evanjelik hareket ise bu fundamentalizme, özellikle fundamentalizmin güncel sosyal problemlere ilgisizliğine tepki olarak doğdu. Evanjelist Billy Graham ve diğer muhafazakar Protestan liderler, fundamentalizmin ayrılıkçılığına tepki göstererek daha kültürel bir Hristiyanlık temsilini seçtiler ama Hristiyanlığın tarihi iman esaslarına bağlılıklarını da sürdürdüler. Kendileri bu yeni çabayı Yeni Evanjelizm olarak adlandırdı. Bu hareket 1940’ların sonlarında şekillenmeye ve ana-akım Protestanlığı yerinden ederek ABD’deki baskın dini güç olmaya başladı. Bununla beraber fundamentalizmin zihin alışkanlıları alt bird alga gibi hala devam ediyordu. Noll’a göre, 20.yüzyılın sonlarında Evanjelistler hala 20.yüzyılın başında belirlenen yolları takip ediyordu. Noll’un değerlendirmelerine göre, Evanjelistlerin entelektüel hayatında kayda değer bazı kazanımlar olmuştu. Örneğin, az sayıda da olsa tarih, felsefe, sosyoloji, din ve diğer bazı akademik alanlarda en iyi kurumlarda çalışan başarılı Evanjelistler vardı ancak bu gelişmelerin çoğu, hareket sayesinde değil, harekete rağmen gerçekleşmişti. Noll’a göre “düşünme/akıl yürütme” yoluyla Tanrı’yı yüceltmeye çalışan Evanjelistleri esas motive eden şey, ana-akım Protestanlık, Roman Katoliklik, hatta belki Doğu Ortodoksluğu gibi başka geleneklerden etkilenmeleriydi. Noll’a göre Evanjelik aklın skandalı, içindeki azıcık bir aklın da aslında Evanjelizmden kaynaklanmıyor oluşuydu.


Trump dönemi net şekilde gösterdi ki, Evanjelik aklın ziyanlığının neredeyse Amerikan demokrasisi üzerinde bile ağır etkileri olabilirdi. Noll’a göre, Hristiyan düşünce dünyasının yeniden canlanabilmesi için, Evanjelistlerin hareketlerinin ayrılmaz bir parçası saydıkları bir takım kültürel ve teolojik özelliklerden vazgeçmesi gerekiyor. Noll, Amerikan Evanjelizminin esaslarının çoğunun aslında Hristiyanlık için esas olmadığını söylüyor. Evanjelistler “İncil’in hatasızlığı” saplantısından kurtulup, İncil’i bizi Kurtarıcı’ya yönlendirecek bir vasıta olarak anlamaya çalışmalı ve sadece başkalarını Hristiyanlığa döndürme işinin değil, esasen tüm varoluşumuzun zaten Tanrı’ya kulluk ve hizmet olduğunu kavramalılar. Yine salt Evanjelizme odaklanmayı bırakıp, Tanrı’ya şükranlarını göstermenin övgüye layık başka yolları da olabileceğini görmeliler. Ve Tanrı’ya adanmış bir hayatın illa ani ve tüm hayatı değiştiren dini bir deneyimle başlamak zorunda olmadığını, kulluğun çok daha yavaş ve aşama aşama terakki süreçlerine yayılarak da gerçekleşebileceğini anlamalılar. Aksi takdirde, yine Noll’a göre, bir dini hareketin ayırt edici özelliklerini, farklılıklarını dindeki esaslarla karıştırmak veya onların yerine koymak, Hristiyan inancının gerçek dönüştürücü karakterini tehlikeye atar ve Hristiyan düşüncesinin yenilenmesine de engel olur.


Son zamanlarda bazı papazlar ve Evanjelist liderler, cemaatlerinin bazı üyelerinin ne kadar “demirlenmemiş” yani savrulmakta olduğunu görüp alarma geçtiler. Amerikan Kilisesi’ndeki diğer liderlerin de durumun aciliyetini görmesi gerekiyor. Bununla beraber, özellikle Evanjelistlerin kendilerini aklın yok oluşundan kurtarabilmesi şunu idrak edebilmelerine bağlı: Kilise’nin Tanrı’ya kulluktaki en önemli eksiği, O’nun yarattığı dünyayı anlamamak.


Çeviren: Aslı R. Topuz


Yazının orijinali:


https://www.newyorker.com/news/daily-comment/the-wasting-of-the-evangelical-mind

Post: Blog2_Post
bottom of page