top of page
  • Aslı R. Topuz

Kahinsiz Kehanetler

Eylül 2011’de New York City’de başlayıp tüm ABD’ye yayılan, protesto olarak başlayıp harekete dönüşen Occupy Wall Street hareketi’ni hatırlayalım. Gelir ve vergi adaletsizliğini, sistemin sadece zenginlere hizmet ediyor oluşunu protesto ile başlayıp harekete dönüşmüştü. Fakat amaçladığı hissedilebilir politika değişikliklerini başaramadan söndü. Hareketin kendisi ve doğuşu kadar merak edilen bir konu da şuydu: Bu kadar büyük ve güçlü destek almış, bu kadar yayılabilmiş bir hareket neden amacına ulaşamadan dağıldı? Bu, haklı bir hayret, hayal kırıklığı ve merak konusu çünkü hareketin şöyle çok güçlü yönleri vardı:


a) Hareketin çekirdeği hatta gövdesinin büyük bölümü gençlerden oluşuyordu ve bu gençler sadece toplumun marjinlerinden gelmiyordu. Çoğunluğu “young, white, college-educated” yani beyaz ve kolej/üniversite eğitimi almış gençlerdi.


b) Sosyal medya aktivizmi görülmemiş başarıya ulaşıyor, ABD sınırlarını aşıp tüm dünyaya sıçrıyor, Occupy Wall Street hashtag’i sürekli dünya gündeminde trending topic oluyor ve protestocuların profili TIME dergisinin kapağını süslüyordu.


c) Hareketin sokak yönü güçlüydü. Protestolar için toplandıkları Zucotti Park’ı zamanla bir çadır kente dönüştürdüler. Orada yatıp kalkıp, orada yaşıyorlardı. Evcil hayvanlarını dahi oraya taşımışlardı. Kendi kütüphanelerini kurup, gazete bile çıkarmaya başladılar. Sürekli yemek yardımı geliyordu. Her taraf kürsü, stand, platform, kameralar... Medya hep oradaydı. Sendikalar, halk, entelektüeller, ünlüler sürekli desteğe geliyordu.


Şu an hukuk mücadelesi veren birçok mağdur, muhtemelen bu avantajlara sahip olmayı çok isterdi. Peki Occupy Wall Street Hareketi, tüm bunlara sahip olduğu halde neden dağıldı, başarısız oldu? Harekete destek veren ama hareketin en güçlü safhalarındayken bile başarısızlığa mahkum olduğunu öngören Arun Gupta, Michael Levitin gibi entelektüeller, ABD eski çalışma bakanı Robert Reich gibi isimler, hareketin tüm potansiyeline rağmen dağılışını şu 3 sebeple izah ediyorlar:


1) Harekette bir hiyerarşi ve stratejinin olmaması. Robert Reich, hareketin adeta hiyerarşisizliğe adanmış olduğunu söylüyor. Hareket üyeleri muhtemelen bunu bir gelişmişlik, bir ideal topluluk seviyesi sanıyorlardı.


2) Hareket çok fazla entelektüeli kendine çekmiş, fazla entelektüel bir hal almış, adeta bir demokratik tiyatroya dönüşmüştü. Saatler süren fikri tartışmalar, herhangi bir stand’taki bir ekipmanın hatta bir çöp kutusunun şuraya mı yoksa buraya mı konacağı konusunda dahi tartışan insanlar. Eleştiri, analiz, tartışma, aydınlanma furyası...


3) İki aktivizm türünü birleştirememeleri. Yukarıda geçen isimler, aktivistleri ve aktivizmi ikiye ayırıyor: Kamuoyunun dikkatini çekme kabiliyeti yüksek olanlar ve topluluğu belirli bir istikamet veya eylem planı etrafında örgütleme kabiliyeti olanlar. Söz konusu isimler, hareketin sadece birinci türdeki aktivistlere ve aktivizme sahip olduğunu, ikinciyi gözden kaçırdığını belirtiyorlar.


Hareketin başarısızlığını izaha yani hareketin zayıf noktalarına yönelik bu tespitler, Türkiye’deki devlet terörü ve MİT’in de hukuk mücadelesi veren hareketlerde hedef aldığı noktalarla örtüşüyor: Her tür hiyerarşi, bir amaç etrafında düzenli hareket edebilme becerisini sağlayacak her tür örgütlülük hedefe konuyor; mağdurlara yemek yardımı gibi en basit, insani fiiler bile “yeniden yapılanma” diye adlandırılıp engelleniyor. Tüm bu davranış repertuarı, bu adlandırmalar, faşist devletin asıl korkusunun her zaman insanların organize hareket edebilme becerisi olduğunu gösteriyor.


Elbette hiçbir iki hareket birebir karşılaştırılabilir değildir ve o yüzden aynı kaderi paylaşmak zorunda da değildir. Bununla birlikte, insanın “kalemle yazmayı öğrenerek” geçmişi zapt altına almasının, kendi bireysel ömrünü ve hareket sahasını aşan bir bilinç ve hafıza kurabilme becerisinin bir sebebi de geçmişte geleceği tahmin veya hesaplamaya yarayacak şeylerin olduğudur. Dolayısıyla, KHK’lıların ve Gülen Cemaati’nin Occupy Wall Street’in kaderinden çıkarabileceği dersler var: Görünürlükte tezahür eden kuvvetler (strengths) veya imrendirici özellikler, her zaman tek başlarına sonuca götüren esas kuvvetli özellikler olmayabilir, hatta zayıflık (weakness) bile olabilirler.


Peki KHK’lıların ve/veya Gülen Cemaati’nin hali hazırdaki hukuk mücadelesinde üzerinde çalışması gereken zayıf yönler neler olabilir? Sadece Occupy Wall Street’in zayıf yönlerinin KHK’lı mücadelesinde de birebir aynıyla bulunup bulunmadığına bakmak doğru olmayacağı için, o zayıf yönlerin ortak etkisine odaklanıp, KHK’lıların mücadelesinde aynı etkiye yol açan faktörleri saptamaya çalışmak daha akıllıca olabilir. Occupy Wall Street’in yukarıda sıralanan üç zayıf yönünün ortak sonucu, hareketi edilgenleştirmesiydi. KHK’lıların ve Cemaat’in hukuk mücadelesini edilgenleştiren, onları o mücadeleye karşı olanların etki veya kontrolüne daha açık hale getiren faktörleri şöyle özetleyebiliriz:


-Mal, can, özgürlük, kimlik, aidiyet gibi kayıpları geri çevirme için yürütülecek, dolayısıyla hedefleri gayet basit ve net olabilecek bir mücadeleyi somut düzlemlerden çıkarıp adeta bir kimlik krizine, varoluşsal bunalım düzeyine dağıtmak ve etkisini kırmak. Bu kaçınılmaz olarak yapılacaksa, kompartmantalizasyon uygulanabilir ve somut hukuki ve politik hedeflerle bir arada karıştırılmadan yapılabilirdi. Bu tür hataları Alan Watts çok güzel anlatır: “Entelektüelleştirme, insanla yaşantısı arasında bir boşluk oluşturur. Herbir şey hakkında o kadar fazla düşünmeye başlarsınız ki; bu, yemeğin kendisi yerine menü kitapçığını yediğiniz bir hale dönüşür.” (1) Entelektüelleştirme, psikolojide bir savunma mekanizması olarak ele alınıyor; insanların aşırı stresle, korkuyla, büyük sorunlarla yüzleşmekten kaçmak için başvurduğu bir savunma mekanizması.


Mağdurlarda da bu savunma mekanizmasını açık gözlemliyoruz. Temel insan haklarının gaspedilmesi karşısındaki acı ve korkularını olması gerektiği şekilde dışavurmak ve bu kayıpları geri çevirmek için gereken basit, net ama etkin hukuki ve politik mücadeleye odaklanmak yerine, lüzumsuz tartışmalarda kaybolup bölünüyorlar: Hashtag’lerde kelimeler bitişik mi yazılsın, ayrı mı; Türkçe Olimpiyatları’nda müziğe o kadar yer verilmeli miydi, verilmemeli miydi, Zaman Gazetesi’nin Kanal İstanbul haberi nasıl olmalıydı gibi ne halihazırdaki soykırımın sebepleriyle gerçekten bir ilişkisi olan ne de durdurulmasında gerçekten bir etkisi olabilecek sayısız yorucu ve gereksiz tartışmayla insanların organize olma, kapasitesini odaklama becerileri ve morali yoruldu. Polemiğin kendisi yeni bir uyuşturucuya, bağımlılığa, bir placebo veya yatıştırıcı emziğe dönüştü. Ve mağdurlar öfkelerini, eleştirilerini ve mücadelelerini soykırımın asıl müsebbib ve failleri yerine neredeyse kendilerine ve birbirlerine yöneltir hale geldiler. Devamında, tıpkı bir zincirleme reaksiyon gibi, herkesin kendi kendisinin askeri ve kumandanı olup kendi savaşını verdiği, aktivizmin kendisinin bir rekabet alanına dönüştüğü, hukuki veya politik sonuç almak yerine salt görününürlük ve kamuoyu ilgisi odaklı aktivizmin öne çıktığı, mağduriyetin kurtulunması gereken bir hal yerine kendisinin bir fıtrat-ı sani yani ikinci bir kişilik ve duygusal beslenme haline geldiği ve kimi mağdurların tüm bunları gözlemleyerek şefkat yorgunluğuna, umutsuzluğa ve nihayet “Lotus Eaters” (2) gibi vazgeçişe, teslimiyete kapıldığını gözlemliyoruz.


Bu zincirleme reaksiyon içinde daha başka olgular, safhalar, yeni bağımlılıklar, yeni uyuşturucular, dağınıklıklar, hatalar da sayılabilir ve her biri üzerinde uzun uzun konuşulabilir. Sonuçta bir işi başaramamanın sayısız yolu, biçimi vardır ama başarmanın yolu genelde tektir. O yüzden önemli olan, yanlışların her birini tek tek yeni entelektüelleştirme ve analiz furyalarına boğmak yerine asıl yapılması gerekene odaklanmaktır. Böylece yanlışlar kendiliğinden kaybolur ve hukuk mücadelesi edilgenlikten yani karşısında mücadele yürütülenlerin kontrol ve etkisine girmekten kurtarılır. Başarıya ulaşan hukuk mücadeleleri genelde hedef ve söylemleri net, sade, basit, tutarlı, ısrarcı ve pazarlığa kapalı olanlardır. Ocham’lı William’ın usturasını burada da uygulamak gerekir: Gereksizlikleri çoğaltmayın, zorunlu olmadıkça hiçbir şeyi karmaşıklaştırmayın. Son kertede hayatın hep daha basit, daha ilkel gerçekleri galip gelir. Dolayısıyla, bazı kehanetlerin kahine ihtiyacı yoktur.


NOTLAR:

(1) Orijinali: "Intellectualization creates a gap or lack of rapport between you and your life. You may think about things so much that you get into the state where you are eating the menu instead of the dinner." (Alan Watts)

(2) Homeros’un Odysseia Destanı’nda geçen, 10 yıl süren bir eve dönüş mücadelesinde yolu Nilüfer Yiyenler’in ülkesine düşen askerlerin hikayesi.


KAYNAK:


Yazar: Aslı R. Topuz

Tarih: 28 Ekim 2022

Post: Blog2_Post
bottom of page