Soykırım araçlarına hiç utanmadan “fetömetre” gibi ölçme birimli isimler verildiği, insanların tıpkı geçmişteki köleler gibi özgürlüklerini borsalarda satın almak zorunda kaldığı Türkiye’de, bir çığlığın dağdan çığ kopardığı gibi, hak taleplerinin desibelini ve kalitesini artırmak gerekiyor. Tek tek mağduriyetlerle güreşmek kadar, mağduriyetler sonrası için ve yeni mağduriyetleri imkansız hale getirecek politika tarifleri gerek. Bu tarifler, ülkenin ne arsız ne de maskeli nazilerine bırakılmamalı. Yoksa yine “KHK’lıların bazıları, Kürtlerin bazıları, özgürlüklerin bazıları” deyip hileli tartılarıyla, zorba metreleriyle bu halka herşeyin birazını vermeye devam edecekler.
Yeni anayasa, yeni siyasi partiler, yeni insan hakları politikalarıyla ilgili siyasi veya teknik her tartışmanın önceliği, konunun felsefe ve kuram tarafı olmalıdır. Ne yazıkki Türkiye’de hep atlanan, geçiştirilen kısım burası. Oysa ruhunu kavrayamadığınız birşeyin bedenini yapamazsınız. Yapsanız da en fazla Dr. Frankenstein’in yaratığına benzer. Despotik modernizasyonlar için de kusursuz bir metafordur bu. Çünkü hür irade ve varlıkların doğası yoksayıldığında, diğer herşeyin tam görünse de eksik oluşunu ve ters tepeceğini çok güzel anlatır.
Peki, eğer başarılacaksa, AKP sonrası bir anayasa ve devlet rejiminin özellikleri, kriterleri neler olmalı? Biz tam olarak neler talep etmeliyiz? Ben bu konuya batı felsefesindeki insan hakları tartışmaları ve ilgili kuramlar arası tercih kriterleri açısından bakmak istiyorum. Çünkü işin ruhu, başlangıç noktası burası; iktisat politikaları dahil diğer herşey burayla tutarlı ve buranın devamı olmalı.
En iyi anayasa, en iyi devlet rejimi, en iyi siyasi parti herşeyden önce şu 4 ana kategoride toplanan insan haklarını yasal güvence altına alıp uygulama potansiyeline en fazla sahip olan ve milli eğitimi de bu doğrultuda yeniden düzenlemeyi kabul edendir:
1.Özgürlük hakları
2.Talep hakları
3.Güç hakları
4.Dokunulmazlık hakları. (1)
Özgürlük hakları, insanların hiçbir ödev veya zorunlulukla sınırlandırılmayan eylemlerini ifade eder ki, bu eylemleri gerçekleştirdiklerinde hiçbir sınırlamayı ihlal etmiş olmazlar. Daha açık bir deyişle, insanların yapmakta serbest olduğu tüm fiiller, özgürlük veya özgürlük hakları kapsamındadır. Örneğin, bir insanın satın alacağı ayakkabıyı seçmesi, ne yiyeceğine karar vermesi ve bunları yaparken başkasına karşı bir ödevi çiğniyor olmaması gibi. İfade özgürlüğü, inanç özgürlüğü, mülk edinme özgürlüğü gibi özgürlükler bu kapsamdadır.
Talep hakları, bir insana başka insanların, kurumların veya devletin temin etmekle/yararlandırmakla sorumlu olduğu haklardır; temel eğitim hakkı, sağlık hizmeti hakkı gibi. Örneğin, bir insanın işvereninden sözleşme ve sigorta talep etmesi bir haktır; kişi bunu talep etmese bile, onu sözleşme ve sigorta hakkından yararlandırmak zaten işverenin ödevidir. İkinci bir örnek olarak, bir ebeveynin çocuklarına iyi beslenme ve bakım sunması bir ödevdir yani söz konusu iyi beslenme, temizlik ve bakım çocuğun talep hakkıdır. Ebeveyn bu ödevleri aksattığında ihmal suçu işlemiş sayılır.
Güç hakları, başkalarının bir takım özgürlüklerini tanımlanmış koşullar altında değiştirebilme haklarıdır. Örneğin, bir beden eğitimi öğretmeninin kendi derslerinde öğrencilere spor ayakkabı giydirtebilmesi gibi; öyle ki, öğrenciler beden eğitimi derslerinde spor ayakkabı giymezlerse bir ödevi yerine getirmemiş olurlar. Burada beden eğitimi öğretmeninin güç hakkı, öğrencilerin özgürlüğünün üzerindedir ve yine de öğrencilerin temel insan hakları ihlal edilmiş olmamaktadır. (Güç haklarını belirleyen ödevler, temel insan hakları ve özgürlükleriyle çelişemez.)
Dokunulmazlık hakları ise, başkalarınca veya devletçe değiştirilemeyecek özgürlük veya talep haklarıdır. Örneğin, bir işverenin mesai saatleri içinde çalışanından işle ilgili taleplerde bulunma hakkı olsa da, şahsi işlerini yaptırma hakkı yoktur ve çalışanın bu tür talepler karşısında dokunulmazlık hakkı vardır. Bir amir, çalışanına göreviyle ilgili işler yaptırma veya onu belli özgürlüklerden mahrum bırakma (istediği zaman öğle yemeği yeme veya mesai saatinde bilgisayar oyunu oynama gibi özgürlüklerden men etme) güç haklarına sahip olsa da, çalışanına şahsi işlerini yaptırma gibi bir güç hakkına sahip değildir. Çalışanın ikinci durumda dokunulmazlığı vardır.
Peki hangi siyasi parti ya da ideoloji yukarıdaki hakları yasal güvence altına alıp uygulama potansiyeline daha çok sahiptir? Bizim bunu ölçerken kullanacağımız “metre” ne olacak? Elbette hangi parti veya ideoloji şu bilince daha çok sahipse onu seçip, genel olarak tüm siyaseti de söz konusu şu bilinç düzeyine zorlamalıyız: Dünya üzerindeki her bir kişinin eşit şekilde sahip olduğu (hak ettiği) ahlaki teminatlara “insan hakkı” denir çünkü bu teminatları haketmek için insan olmak tek başına yeterlidir. Bu teminatlara “hak” denmesinin sebebi ise takdire bağlı değil doğuştan, zorunlu, inkar edilemez ve indirgenemez olduklarını ortaya koymak içindir.
Bu teminatlar temelde ahlaki olmakla birlikte, sözleşmeler veya kanunlarla da garanti altına alınıp uygulanmalıdır. Günümüz siyaset felsefecilerinden James W. Nickel’in de belirttiği gibi, herhangi bir ülkede veya herhangi bir sebeple kanunlar tarafından kayıt, güvence veya uygulama kapsamına alınmamış olmaları, zorunluluklarını ve geçerliliklerini ortadan kaldırmaz. (2) (İnsan haklarının ne kadarının yasal güvence altında olduğu; ülkeye, politik rejime, kültüre ve sair değişkenlere bağlıdır. Örneğin, yaşam hakkı neredeyse tüm ülkelerde yasaların koruması altındayken, “bebek katli (infanticide)” Çin Halk Cumhuriyeti’nde ancak 1994’ten sonra yasaklanmıştır ve bu da dünya kamuoyunun baskısıyla gerçekleşmiştir. Bununla birlikte, politik rejimleri degişmeye zorlayacak olan da halkların talep ve mücadelesidir.)
Siyasi partiler arasında tercih yaparken başvuracağımız yukarıdaki bilinçmetre’nin yanındaki ikinci bir metre ise, bunlarca benimsenen insan hakları kuramlarının yeterliğine ilişkindir. Söz konusu yeterlik şu 4 kritere bağlıdır: Evrensellik, kural koyucu belirleyicilik, öncelik ve tamlık (eksiksizlik). (3) Bu dört kriterden evrensellik, bir kuramın kültürel farklılıklar karşısında makul bir uzlaşıyı sağlayabilme kapasitesine işaret eder. Kural koyucu belirleyicilik, bir kuramın ulusal veya uluslararası hukuk sistemlerinde düzenleyici olabilme potansiyeli veya kapasitesini ifade eder. Öncelik kriteri, temel hakların bir kişinin temel olmayan haklara da ulaşabilmesini sağlayacak zorunlu koşulları sağlayabilme gücünü ifade eder. Son kriter olan tamlık ise, bir kuramın kültürel, sosyal ve ekonomik olmak üzere tüm hak kategorilerini kapsayabilmesine işaret eder. (4)
İnsan hakları bilinci ve benimsedikleri kuramın evrensellik, kural koyucu belirleyicilik, öncelik ve tamlık kriterlerine göre yeterliği baz alındığında, ne siyasal islamcı ne de kemalist/milliyetçi partilerin Türkiye’yi insan haklarında ileri taşıyamayacağı açıktır. Liberal ilkelere hangi parti veya mahalle daha yakınsa, insan haklarını güçlendirmeye de o parti daha yakındır. YAE düşmanları hiç hoşlanmayacak olsa da, yukarıda özetlenen ahlak ve hukukmetre’leri diğer ideolojilere kıyasla daha fazla geçebilen kuram, de facto yine liberalizmdir.
NOTLAR:
1) Hohfeld, W. N. (1919). Fundamental legal conceptions. New Haven: Yale University Press.
2) Nickel, J. W. (1987). Making sense of human rights: philosophical reflections on the universal declarations of human rights. Berkeley: University of California Press, 37-41.
3-4) An adequate theory of human rights: universality and prescriptive determinacy in Rawls and Habermas. Web: http://www.philosophymasters.wordpress.com/2012/04/03/rawlshabermashumanrights
Yazar: Aslı R. Topuz
Comments